3 Kasım 2011 Perşembe

İsyancı Arap Ordusunda Bir Harbiyeli

Ortadoğu'nun yeniden cehenneme döndüğü şu günlerde, bir dönem bölgenin tek hakimi olan Osmanlı'ya ihanetin arka planı biraz daha önem arzediyor.



Mesela yukarıda gördüğünüz Ağustos 1917 tarihli resimde yerde kahve içmekte olan üçlü bu ihanetin arka planında rol oynayan üç önemli isim: Soldan Sağa sayarsak, Cafer El Askeri, Emir Faysal ve Albay Joyce. Haber 7 Kitap Dünyası sayfasının sizlere bugün önereceği eser, bu resimde yer alan Cafer El Askeri'nin Türk Ordusunda başlayan ve inahet ordusunda biten hikayesini içeriyor: 

Klasik Yayınları'nın Arap Gözüyle Osmanlı dizisi Osmanlı İmparatorluğu'nun parçalanma sürecini, Arap ilim, fikir ve siyaset adamlarının perspektifinden yansıtmayı sürdürüyor. Söz konusu dizide yer alan kitaplarda sayesinde, tarihi süreçte Osmanlı ve Arap coğrafyasındaki siyasî, iktisadî, kültürel ve ideolojik gelişmeler, günlük yaşam, Türk-Arap ilişkileri, Avrupalı güçlerin bu coğrafyaya yönelik planları, tarihî şahsiyetlerin rolü gibi o dönemin anlaşılmasına yönelik pek çok ipucu gün ışığına çıkıyor, 

Osmanlı Filistininde Bir Posta Memuru: İzzet Derveze adlı kitapla başlayan,  Muhammed Mahzumî Paşa'nın Cemaleddin Afganî'nin Hatıraları adlı eseriyle süren dizide şu ana dek, Kral Abdullah'ın Biz Osmanlı'ya Neden İsyan Ettik?, Muhammed Kürd Ali'nin  Bir Osmanlı-Arap Gazetecinin Anıları,. Emir Şekib Arslan'ın  İttihatçı Bir Arap Aydınının Anıları, Selim Ali Selam'ın Beyrut Şehremini'nin Anıları adlı eserler  yayınlandı.


CAFER EL ASKERİ KİMDİR?
İsyancı Arap Ordusunda Bir Harbiyeli, Osmanlı ordusunda binbaşı rütbesiyle İngilizlere karşı mücadele ederken saf değiştirerek isyancı Arap ordusunun komutanlığını üstlenen Iraklı Cafer el-Askerî (1885-1936)’nin 1919 yılına kadar olan serüvenini kendi kaleminden aktarıyor.
Osmanlı bakiyesi toprakların yeni yönetimlerinde söz sahibi olan elitlerin önemli bir kısmı eğitimlerini Osmanlı mekteplerinde tamamlamış ve bu devlette asker, siyasetçi, bürokrat olarak görev yapmış kimseler. Çoğu Türkçe bilen bu kimselerin etnik kökenleri ve ideolojileri farklı olsa da alışkanlıklarında ve olaylara bakışlarında Osmanlı modernleşmesinin ortak mirasının izi sürülebiliyor. Bu kimseler ordudan parlamentoya, eğitim kurumlarından maliyeye yeni yönetimleri oluştururken kaçınılmaz olarak önceki tecrübelerinden istifade etme yoluna gitmişler. Bu yüzden gerek Ortadoğu’da gerek Balkanlar’da Osmanlı izlerini taşıyan yapılanmalar görmek mümkün. Cafer el-Askerî’nin hatıraları da bu tecrübeyi Irak örneğinde göstermesi açısından önem taşıyor.
Enver Paşa ve Mustafa Kemal’in yanı sıra Osmanlı, Arap ve İngiliz siyasetinin etkili simalarını yakından tanıma fırsatı bulan ve devrinin önemli olaylarına tanıklık eden Askerî’nin hatıraları, parlak bir Osmanlı subayının sıra dışı serüvenini ele alıyor. Gençliğinin erken bir döneminde Batı’da eğitim görmesi, daha sonra uzun süre İngiltere’de oturması, diğer birçok Avrupa ülkesine elçi olarak gitmesi, Batılı siyasetçilerle ve ileri gelenlerle içli dışlı olması gibi hususlar, Askerî’nin siyasî teamüllerini aynı dönemdeki diğer birçok Iraklı siyasetçininkinden ayırıyor. 
Atalarının Kerkük yakınlarındaki Asker köyünde yaşaması sonucu Askerî adını alan Cafer el-Askerî’nin hatıralarının sonlandığı tarihten ölümüne kadarki faaliyetlerinin anlatıldığı bir kısım ve hatıratı tamamlayıcı mahiyette yine Askerî’ye ait bir metin ile bazı belgeler de hatıraların naşiri tarafından esere eklenerek okuyucuya bütüncül bir resim sunuluyor. Ağırlıklı olarak muharebe tasvirlerinden oluşan eser, sunduğu birtakım bilgi ve belgelerle dönemin askerî tarihinin aydınlatılmasına katkıda bulunuyor.
1921 sonrası Irak’ta iki kez başbakanlık, Savunma ve Dışişleri bakanlığı ile Irak’ın Londra temsilciliği gibi önemli görevler üstlenen Askerî, 1936’da General Bekir Sıdkı’nın gerçekleştirdiği darbe esnasında öldürülür. Cafer el-Askerî’nin hayatı boyunca Irak ve Arap ulusunun tarihini ilgilendiren birçok mühim hadiseye şahit olması, hatıralarına tarih açısından hususî bir önem kazandırıyor. Zaten kişisel macerası da birçok mühim ve ilginç hadiseyi içinde barındırıyor. 1915’te Almanlar tarafından Demir Haç nişanıyla taltif edilen Askerî’ye, saf değiştirdikten sonra General Allenby tarafından St. Michael ve St. George nişanlarının takılması ilginç olaylar arasında anılabilir. Zira Askerî, böylelikle Birinci Dünya Savaşı’nda birbirinin can düşmanı olan iki ülkenin şeref madalyalarına aynı anda sahip yegâne kişi unvanına sahip olur.
KİTABIN TAKDİM YAZISI
M. Suat Mertoğlu'nun hazırlamış olduğu takdim yazısı ilgilisinin eserle ilgili bütün soru işaretlerine yanıt veriyor:  
Önemli Arap şahsiyetlerin Osmanlı’nın son dönemine tanıklık eden hatıralarını biraraya getiren “Arap Gözüyle Osmanlı” dizisinin dokuzuncu kitabı olan elinizdeki eser, Osmanlı ordusunda binbaşı rütbesiyle İngilizlere karşı mücadele ederken saf değiştirerek isyancı Arap ordusunun komutanlığını üstlenen Iraklı Cafer el-Askerî’nin (1885-1936) 1919 yılına kadar olan serüvenini kendi kaleminden aktarmaktadır.

Askerî’nin 93 Harbi gazilerinden olan ve Osmanlı ordusunda kaymakamlığa kadar yükselen babası ile diğer iki kardeşi de askerdir. Ancak “Askerî” adı, askerlikle değil, atalarının Kerkük yakınlarındaki Asker köyünde yaşamasıyla ilgilidir. Cafer el-Askerî İstanbul’a giderek 1904’te Harbiye Mektebi’nden mezun olur ve Mülazım-ı Sanî rütbesiyle Bağdat’taki 4. Ordu’da göreve başlar. Bölgede çeşitli harekâtlara katılan Askerî 1910’da eğitim amacıyla Almanya’ya gönderilen ilk subay grubunun içinde yer alır ve Balkan Savaşı başlayıp geri çağrılıncaya kadar bu ülkede kalır. Balkan Savaşında hürriyet kahramanı Enver Bey’le birlikte Edirne’ye giren zabitlerden biri olan Askerî daha sonra Birinci Dünya Harbi başlayınca İngilizleri Batı yönünden sıkıştırmaya yönelik çalışmalar için Libya’ya gönderilir ve oradaki genel komutan Nuri (Kıllıgil) Paşa’nın kurmay başkanlığını yapar. Libya’da çeşitli yararlılıklar gösteren Askerî mahallî güçlerin dinî-siyasî önderi Ahmed Şerif es-Senusî’nin de takdirini kazanır ve onun tarafından kendisine “Paşa” unvanı verilir.

Ne var ki, Şubat 1916’daki Akâkîr Savaşında yaralanıp İngilizlere esir düşmesiyle Askerî’nin hayatında yeni bir dönem başlar. Başta Kahire’de tutuklu bulunduğu Maâdî esir kampından kaçmaya teşebbüs ederse de kaçarken düşüp ayağından yaralanır ve yakalanır. O sırada, Osmanlı ordusunda birlikte görev yaptığı, aynı zamanda hem eniştesi hem kayınbiraderi olan ve ordudan daha önce firar etmişken İngilizler tarafından yakalanarak “Arap davası”na hizmet etmek için Mısır’a gönderilen Nuri es-Saîd ile karşılaşır. Nuri es-Saîd, Abdurrahman eş-Şehbender gibi Arap milliyetçileri ve Lawrence aracılığıyla İttihatçıların Arap milliyetçilerine yönelik sindirme politikalarından ve Şerif Hüseyin’in Osmanlı Devleti’ne isyan ettiğinden haberdar olur.  Irak’ta görev yaptığı zamanlardan itibaren Arap milliyetçisi faaliyetlerin içinde yer alan ve milliyetçi Arap subaylar tarafından kurulan gizli el-Ahd Cemiyeti üyesi olan Askerî, bu cemiyetten arkadaşı olan Selim el-Cezairî’nin de Cemal Paşa tarafından asıldığını öğrenince saf değiştirmeye karar verir ve İngilizlerin desteğiyle Osmanlı Devleti’ne isyan eden Şerif Hüseyin’e bağlılığını bildirir. Faaliyetlerine daha Hicaz’a geçmeden başlayan Askerî, Mısır’da yaşayan Refik el-Azm ve Reşid Rıza gibi isimlerle birlikte, İngilizlerin elinde esir olan Arap kökenli Osmanlı askerlerini ikna ederek isyancı Arap ordusu için gönüllü toplama çalışmalarına katılır.

İsyancı Arap-Haşimî güçleri İngilizlerin lojistik desteğine sahip olmalarına rağmen büyük ölçüde bedevîlerden oluşan dağınık bir topluluk görünümündedir. İsyanın askerî yönünü idare edecek Arap kökenli tecrübeli isimlere ihtiyaç vardır. Bu ihtiyacı büyük ölçüde Osmanlı ordusunun firarî subayları karşılayacaktır. Şerif Hüseyin’in oğlu Emir Faysal’dan, oluşturulmaya çalışılan düzenli Arap kuvvetlerinin başına geçmesi teklifini alan Askerî, Osmanlılarla savaş sonuna kadar işbirliği yapmayacağı konusunda İngilizlere teminat verir ve onların yardımıyla Hicaz’a geçer. Arap güçlerinin Kuzey cephesindeki harekâtlarında önemli başarılara imza atan Askerî İngilizlere verdiği sözü savaşın sonuna kadar tutmakla yetinmemiş, İngiliz yanlısı tutumunu ölünceye kadar sürdürmüştür. 1915’te Almanlar tarafından Demir Haç nişanıyla taltif edilen Askerî’ye, saf değiştirdikten sonra General Allenby tarafından St. Michael ve St. George nişanları takılır. Böylece, Birinci Dünya Savaşında birbirinin can düşmanı olan iki ülkenin şeref madalyalarına aynı anda sahip belki de yegâne kişi unvanını elde eder.

Emir Faysal’ın sürekli yakın çevresinde bulunan ve onunla kader birliği eden Askerî, Şam Arap güçlerinin eline geçince önce Suriye’ye askerî müfettiş, daha sonra Halep’e askerî vali olarak atanır. Suriye hükümetinin Fransızların baskısıyla yıkılması üzerine Irak’a döner ve Faysal’ın Irak kralı olması için çalışmalar yürütür. 1921’de Irak devletinin kurulmasına ve Faysal’ın kral olarak tahta çıkmasına karar verilen Kahire Konferansı’na katılan Askerî bu tarihten sonra Irak’ta iki kez başbakanlık, Savunma ve Dışişleri bakanlığı ile Irak’ın Londra temsilciliği gibi önemli görevler üstlenir. Cafer el-Askerî 1936’da General Bekir Sıdkı’nın gerçekleştirdiği darbe esnasında öldürülür. Eniştesi ve kayınbiraderi Nuri es-Saîd ise 1958’de benzer şekilde öldürülmüştür. İngiliz yanlısı tutumları bu iki isme geçici bir ikbal sağlasa da trajik sonlarını engelleyememiştir.

Osmanlı bakiyesi toprakların yeni yönetimlerinde söz sahibi olan elitlerin önemli bir kısmı eğitimlerini Osmanlı mekteplerinde tamamlamış ve bu devlette asker, siyasetçi, bürokrat olarak görev yapmış kimselerden oluşur. Çoğu Türkçe bilen bu kimselerin etnik kökenleri ve ideolojileri farklı olsa da alışkanlıklarında ve olaylara bakışlarında Osmanlı modernleşmesinin ortak mirasını görmek mümkündür. Bu kimseler ordudan parlamentoya, eğitim kurumlarından maliyeye yeni yönetimleri oluştururken kaçınılmaz olarak önceki tecrübelerinden istifade etme yoluna gitmişler ve böylece gerek Ortadoğu’da gerek Balkanlar’da Osmanlı izlerini de taşıyan yapılar ortaya çıkmıştır. Askerî’nin hatıraları bu tecrübeyi Irak örneğinde göstermesi açısından önemlidir. Kendisinin yanı sıra Kral Faysal, başbakanlar Nuri es-Saîd ve Yasin el-Haşimî ve önemli görevler üstlenen diğer birçok şahsiyet modern Irak’ın kurulmasında Osmanlı devlet tecrübesinden yararlanmış kimselerdir.

Enver Paşa ve Mustafa Kemal’in yanı sıra Osmanlı, Arap ve İngiliz siyasetinin etkili simalarını yakından tanıma fırsatı bulan ve devrinin önemli olaylarına tanıklık eden Askerî’nin hatıraları parlak bir Osmanlı subayının sıra dışı serüvenini gözler önüne sermektedir. Yazarın bir asker olması nedeniyle hatıralar da ağırlıklı olarak muharebe tasvirlerinden oluşur. Bu itibarla sunduğu birtakım bilgi ve belgelerle dönemin askerî tarihinin aydınlatılmasına katkıda bulunacak niteliktedir. Eser ayrıca Arap milliyetçisi oluşumlarda subayların rolüne ve teşkilatlanma biçimlerine dair önemli ayrıntıları gözler önüne serer. Arap kökenli subaylardan müteşekkil oluşumlar kurma fikri ve üyeleri gözleri bağlanarak, Kur’an ve tabanca üstüne yemin ettirilerek kaydedilen el-Ahd cemiyeti hakkında verilen bilgiler, İttihatçı tecrübenin milliyetçi Arap subaylar için ne denli önemli bir model oluşturduğu konusunda dikkate değer ipuçları sunmaktadır.
...
Ortadoğu'nun bugünlere nasıl geldiğini anlamak isteyenlere hitap eden bu özel serinin son kitabı hatıraların sahibine ait özel ve ünlü tarihi simalarla yanyana çekilmiş fotoğrafları ile arşiv belgeleri, konuşmalar ve gazete haberlerinden oluşan eklerle birlikte okura sunuluyor...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Mutluluğun Anahtarı