28 Eylül 2008 Pazar

Yok böyle sorular! Amerikalılar merak etti!


Amerika'da 1.400 müşteri hizmetleri yetkilisi arasında yapılan bir araştırmada ortaya çıkan "müşterilerden gelen en tuhaf sorular" sizi gülme krizine sokacak.
Teknolojiden herkes farklı şekilde faydalanıyor. Ancak öyle kullanıcılar var ki, teknolojinin bizzat kendisine bile pes dedirtiyor. Bugüne kadar bilgi işlem merkezlerine yöneltmiş en ilginç ve pes dedirten soruları sizin için bir araya getirdik.

İşte o sorulardan seçmeler:

:: Benim kablosuz farem bilgisayara neden bağlı değil?

:: İnterneti benim için resetler misiniz? (Kendi internet bağlantısı değil, bütün internetten bahsediyor).

:: UFO'ları takip edebileceğim bir programı nerden bulabilirim?

:: Kokarcanın teki kablomu kemirdi.

:: Bilgisayarım bana herhangi bir tuşa basmamı söylüyor. Nerede bu "herhangi" tuşu? ("Press any key to continue" uyarısını görmüş olan bir kullanıcı).

:: Kızım banyoda kilitli kaldı. Kilidi açabilir misiniz?

:: Bana gelecek yılın hava tahminlerini söyleyebilir misiniz?

27 Eylül 2008 Cumartesi

Yağmur yağdıktan sonra neden toprak kokar


Yağmur sonrası hissedilen güzel kokuların bir kaynağı, toprakta yaşayan Actinomycetes grubu içinde yer alan bazı bakterilerdir. Toprakta yaşayan en küçük canlılardan olan bu bakteriler, en çok nemli ve karanlık ortamlarda gelişirler. Çevre koşullarının gelişmeleri için uygun olmadığı kurak dönemlerdeyse spor adı verilen özel yapılar üretirler. Sporlanma, bazı bakterilerin kendilerini olumsuz koşullarda korumalarını sağlayan bir özelliğidir. Yağmurdan sonra duyduğumuz kokunun nedeni de bu sporlardır. Daha önce oluşmuş bu sporların kokusunu hava kuruyken duyamayız; ancak yağmur yağdığında duyabiliriz. Çünkü yağmur damlaları yere düştüğünde, toprakta önceden birikmiş bir miktar yağmur suyunun da yardımıyla sporların havaya fırlamasına neden olur. Yağmur nedeniyle havada çoğalan nem, bu sporların kokusunun burnumuza kadar ulaşmasına neden olur. Yani aslında kokunun kaynağı toprak değil, toprakta yaşayan bu bakterilerdir.
TÜBİTAK...

Ceviz ağacı, aspirinini kendi üretiyor


Ceviz ağaçlarının, kuraklığın ya da aşırı sıcakların etkilerini en aza indirmek için aspirine benzer bir "ilaç" salgıladığı ortaya çıktı.

Amerikan Atmosfer Araştırmaları Merkezinden Thomas Karl, ateş ya da iltihaba karşı aspirin alan insanlardan farklı olarak bitkilerin, biyokimyasal savunmayı canlandıran ve zararları en aza indiren proteinlerin oluşumunu sağlayarak, kendi aspirinlerini üretme becerileri bulunduğunu belirtti.

Karl, yapılan ölçümlerin, ceviz ağaçlarının kuraklığa, aşırı sıcaklara ya da başka stres etkenlerine tepki verdiğinde büyük miktarda bu kimyasal maddeden salgıladığını gösterdiğini ve bunun atmosferde saptanabildiğini söyledi.

Bilim adamları uzun zamandır, bitkilerin laboratuvar ortamında, aspirinin bir tür kimyasal şekli olan metil salisilat üretebildiğini biliyordu. Ancak bugüne dek ekosistemde bu madde saptanmamış ve bitkilerin atmosfere metil salisilat yayıp yaymadığı araştırılmamıştı.

Böylece bitkilerin çevreye tepkisi ve bitkilerin hava kalitesine etkisine ilişkin yeni araştırmaların yolu açılmış oldu. Bu olayın, ayrıca çiftçilere ürünleri konusunda da ipucu verebileceği belirtildi.

Bunları Biliyormuydunuz

TERLEMENİN FAYDASI VAR MI?
Terlemek vücudumuz için oldukça önemlidir. Öyle ki terleme hem vücudumuzdaki zehirli ve zararlı maddeleri dışarı atar, hem de vücudumuzun ısısını korur. Diyebiliriz ki terleme, adeta klima benzeri bir etki göstererek vücudumuzu serinletir. Eğer terlemeseydik, vücudumuz normal sıcaklığı olan yaklaşık 37 dereceyi muhafaza edemezdi. Sürekli ısınırdı ve vücut sıcaklığımız çok artardı. O zaman da hayatımız tehlikeye girerdi. İyi ki vücudumuza yaratılıştan yerleştirilmiş olan bu mekanizma var ve hiç durmadan bizim için çalışıyor. Terlemenin önemi hayati ama bir de şikayetlere sebep olan kokusu var. Terlemenin faydalı tarafını görebilmenin en iyi yolu ise ter kokusundan rahatsız olmamak ve rahatsızlık vermemek için vücut temizliği konusundahassas davranmak.

GÜNEŞTE KARPUZ SOĞUTULUR MU?
Piknikte karpuz soğutmanın en iyi yolu, karpuzu ikiye kesip güneşe koymaktır. Çünkü karpuzun yüzeyindeki su tanecikleri buharlaşmak için karpuzdan ısı alır. Böylece mevcut ısısı azalan karpuz soğumuş olur. Tıpkı elimize döktüğümüz kolonyanın buharlaşırken bizi serinletmesi gibi. Tabiî karpuzun üzerindeki su tanecikleri buharlaştıktan sonra hala güneşte bırakmaya devam edersek, tekrar ısınmaya başladığını görürüz.

METAL Mİ DAHA SOĞUK TAHTA MI?
Özellikle kış aylarında vücudumuzun sıcaklığı yaklaşık 37 derece iken, oda sıcaklığı yaklaşık 20 derece olur. Tabiî odadaki eşyalar da oda sıcaklığındadır. Ancak dokunduğumuzda, eşyalarımızın metal kısımlarını tahta kısımlarına göre daha soğuk hissederiz. Çünkü iyi bir iletken olan metal, hemen bizden ısı almaya başlar. Elimizde ısı kaybı olur ve elimiz üşür. Biz de metali daha soğukmuş gibi hissederiz. Ama tahta kısmı tuttuğumuzda tahta, metalin tersine kötü bir iletken olduğundan bizden daha az ısı alır. Biz de tahtayı, metalde olduğu gibi fazla soğuk hissetmeyiz. Aslında odamızdaki metal de tahta da aynı sıcaklıktadır. Farklı hissetmemizi sağlayan, sadece onların vücudumuzdan çektiği ısıların farklı olmasıdır.

GÖZÜMÜZÜ KIRPMASAK NE OLUR?
Her bir göz kırpma, gözyaşını gözün her tarafına yayarak, adeta gözü yıkar. Göz kapağı arabalardaki silecekler gibi üst kısımlara kaçmış zerreleri, kapağın altına doğru sürükler. Böylelikle gözyaşı seline kapılan bu zerreler, uzaklaşıp gider.  Göz kapaklarımız her kapandığında, gözyaşı bezlerimizden salgılanan bu tuzlu salgı, gözümüzü bir anlamda dezenfekte eder. Ve bize doğuştan verilmiş olan bu sistem, görevini hiç durmadan sürekli yapar. Yapmasaydı ne mi olurdu? Eğer insan göz kırpamasaydı ve göz kapağı hep açık kalsaydı, gözlerdeki saydam tabaka olan kornea kururdu. Üzeri başka bir tabakayla kaplanırdı ve insan bu yüzden kör olurdu.

CEP TELEFONLARI ÇALMADAN ÖNCE TV VE BİLGİSAYAR EKRANLARINDAKİ DALGALANMANIN NEDENİ NEDİR?
Cep telefonları, elektromanyetik dalgalar yoluyla iletişim sağlar. Bu elektromanyetik enerji, en yoğun olarak telefon çalmadan hemen önce ve telefonun yakınında hissedilir. Çünkü baz istasyonuyla bilgi alışverişi en yoğun bu anda gerçekleşir. Monitörler ve televizyonlar ise elektronların manyetik alanlar aracılığı ile yönlendirilmesi yoluyla görüntü oluşturur. Cep
telefonlarından yayılan elektromanyetik dalgalar, bu manyetik alanı ve içerisindeki elektronları etkiler. Bu sebeple görüntüde kaymalar ve atlamalar meydana gelir.

NEDEN İKİ KULAĞIMIZ VAR?
Beş duyumuzdan biri olan kulağımız, hem işitme hem de denge organımızdır. Kulaklarımızın iki tane olması sayesinde ise duyduğumuz seslerin yönlerini ve ne kadar uzaktaki bir mesafeden geldiğini de tespit edebiliriz. Eğer tek kulağımız olsaydı, beynimiz gelen sesleri kıyaslayamazdı ve sesin nereden geldiğini tam olarak bulamazdık.

SABUN KİRLERİ NASIL GÖTÜRÜR?
Yağlı elimizi yalnızca suyla yıkadığımızda derimizin üzerindeki yağ tabakası, suyu hemen dağıtır. Su elimizi ıslatamaz bile. Tabiî bu sebeple temizlik de sağlanamaz. Ancak sabun kullanımı bu durumu değiştirir. Çünkü sabun moleküllerinin bir ucu su sever, diğer ucu da su sevmez bir yapıdadır. Yani sabun molekülünün bir ucu suyla temas etmek isterken, diğer uç istemez. Bu durumda su sevmez taraf elimizdeki kire yapışırken, su seven taraf suyun içinde serbest kalır. Elimizi yıkadığımız suyun oluşturduğu basınçla sabun molekülleri elimizden akar gider. Tabiî bu moleküller giderken, su sevmez taraflarının tutunduğu kirleri de beraberinde götürür. Aynı durum çamaşırlarımızdaki kir ve yıkamada kullandığımız deterjan ikilisi için de
geçerlidir.

SERAP GÖRMEK NE DEMEKTİR?
Güneşli bir günde, sıcak bir yol üzerinde küçük gölcükler görüp, tam onlara ulaşmaya çalışırken kaybedebilirsiniz. Çünkü gördüğünüz o küçük gölcükler, aslında yol yüzeyine yakın, hava tabakasından ibarettir. Işık, yol yüzeyine yakın sıcak hava tabakasına çarparak, yansır ve gözümüze gelir. Yansıyan yüzeyde tam karşı tarafımızdaki cisimleri görebiliriz. Serap dediğimiz bu görüntü ise su yüzeyinin yansımasına benzer. Biz de yol üzerinde su birikintisi var zannederiz.

GÖKTEN KURBAĞA YAĞAR MI?
Bazen rüzgârlı havalarda, yerden göğe yükselen spiraller meydana gelir. Hatta bu spiraller, dev hortumlar şekline bile girer. Kara hortumları çok hızlı olduğunda arabaları, insanları veya hayvanları sürükleyebilir. Su hortumları ise denizdeyse balıkları, bir göl veya nehir üzerindeyse kurbağa ve balıkları, hatta bazen çamur ve küçük taşları bile kaldırabilir. Hortumlarla yerden göğe yükselen şeyler, hortumun taşıdığı bir başka bölgede yere düşer. Bu durumu ifade için "Gökten....yağdı." sözü kullanılır.

PARMAKLARIMIZ NEDEN ÇITLAR?
Parmaklarımızı çıtlattığımızda çıkan ses, sanıldığı gibi kemiklerin birbirine çarpmasından meydana gelmez. Parmaklarımızın eklem bölgeleri, eklem kapsülüyle sınırlanmış durumdadır. Bu kapsülün içi ise yoğun ve berrak bir sıvıyla doludur. El parmaklarımızı bastırdığımızda, eklerimizi oluşturan kemiklerin birbirinden ayrılmasını sağlamış oluruz. Bunun üzerine eklem
kapsülü gerilir ve eklemleri yağlayan sıvının içindeki küçük gaz kabarcıkları patlar. Sonra da o eklemden bildiğimiz çıtlama sesi gelir. Bu hareketin fazla yapılması, eklem kapsülünün zarar görmesine sebep olabilir. Ve bu kişilerin nesneleri kavrama güçleri azalabilir.

ANTİBİYOTİKLERİ NASIL KULLANALIM?
Bakterilerin yol açtığı hastalıklarda kullanılan antibiyotiklerin keşfi; insanlık adına çok büyük faydalar sağlamıştır. Fakat bunlar, faydalı olmalarının yanında bazı durumlarda oldukça tehlikeli olabilmektedir. Antibiyotiklerin neden olduğu en büyük tehlike, bakterilerin bu maddelere karşı direnç kazanmasıdır. Antibiyotiklerin kendilerine karşı direnç kazanmış bakterilerle savaşı zorlaşır. Bakterilerin direnç kazanması, çoğunlukla yanlış ve gereksiz kullanımdan kaynaklanır. Bazı durumlarda da yanlış antibiyotik kullanımı, vücudumuzdaki faydalı bakterileri yok edebilir. Tabiî ki bu da vücut işleyişimizi hemen bozar. Bu nedenle antibiyotik kullanma kararını mutlaka hekimler vermelidir. Hekimin verdiği antibiyotikten başkasını kullanmamak, söylenen miktarlardan az ya da çok almamak ve tedavi süresine uymak en doğrusudur. Ayrıca virüslerin sebep olduğu hastalıklarda antibiyotik kullanılmaması gerektiğini unutmamak gerekir. İnsan sağlığı adına çoğu zaman hayatî önem taşıyan özellikler, yanlış kullanımla yok edilmemelidir.

YILDIRIM EN ÇOK NEREYE DÜŞER?
Yıldırım, genelde gökyüzüne en yakın ve sivri yerlere düşer. Anten, telefon direği, yüksek gerilim hattı, minare, ağaçlar ve dik kayalar gibi... Bu nedenle yağmurlu ve şimşekli havalarda, bu gibi yıldırım düşmesi muhtemel sivri noktalardan uzak durmak gerekir. Ayrıca böyle havalarda sivri uçlu şemsiye taşımamaya ve bulunduğumuz yerdeki en sivri nokta olmamaya dikkat etmek de önemlidir.

NİÇİN HAPŞIRIYORUZ?
Hapşırma, burun iç yüzeyinin uyarılmasıyla havanın gürültülü ve hızlı bir şekilde burun ve ağızdan çıkarılmasıdır. Bu uyarılmaya, burna kaçan polen, tüy, kıl, biber gibi alerjik, tahriş edici maddeler ve solunum yolunda biriken mikroplar sebep olabilir. Bunun yanında ışık, heyecanlanma, titreme ve korku gibi unsurlar da kişiyi hapşırtabilir. Dikkat edersek hapşırırken gözlerimiz kapalıdır. Hapşırma sırasında başımız ve solunum sistemimiz üzerinde öyle büyük bir basınç vardır ki bu durumda gözlerimizin kapanması koruyucu, bir refleks olur. Hapşırırken ağzımızdan ve burnumuzdan çıkan havanın hızı, saatte yaklaşık 120 km'dir. Toz, kir, polen ya da mikropların üst solunum yollarından uzaklaştırılmasını sağlayan hapşırığı, asla tutmamak gerekir. Çünkü bu durumun, vücudumuza felce varacak derecede ciddi zararlar verme riski vardır.

BALIK ETİNİN DİĞER ETLERDEN FARKI NEDİR?
Balık eti diğer etlerden farklı olarak, n-3 ve omega-3 olarak adlandırılan doymamış yağ asitlerini fazlaca içerir. Doymamış yağ asidi içeriği fazla olan yağlar, kalp ve damar sağlığı açısından en az riskli olanlardır. Bitkisel yağlar, hayvansal yağlara göre daha fazla doymamış yağ asidi içerirken, hayvansal gıdalardan bu yönüyle en sağlıklı olan, balık etidir.
Balık etindeki yağ asitleri, çocukların sinir sisteminde ve beyin sağlığında önemli rol oynar. Bunların bebeklik döneminde eksikliği durumunda, ileri yaşlarda depresyona yatkınlık bile görülebilmektedir. Balık tüketiminin, yetişkinlerde kalp ve damar sağlığının korunmasında önemli rol oynadığı da yapılan araştırmalarla ortaya çıkmıştır. Balık yağındaki yağ asitlerinin
anne sütünde de bol miktarda bulunması, aslında öneminin anlaşılması için yeterlidir. Sağlığımız adına bu derece faydalarla donatılmış ve istifademize sunulmuş olan bu gıdanın, mümkün olduğunca tüketilmesi ve alınırken taze olmasına dikkat edilmesi gerekir.

TERMOS, İÇİNDEKİ MADDELERİN SICAKLIĞINI NASIL KORUR?
Bir termosta iç içe geçmiş iki kap vardır. Dıştaki kap metal, içteki ise genelde camdır. İkisinin arasındaki hava ise boşaltılmıştır. Yani iki kap arasında üreticiler tarafından oluşturulmaya çalışılmış tama yakın bir boşluk vardır. Boşlukta hava olmadığından ısı iletimi de olmaz. Yani dışarıdan içeriye, içeriden de dışarıya ısı alışverişi yapılamaz. Ayrıca ısı yalıtımının en iyi şekilde sağlanması için iç ve dış yüzeyler parlak yapılır. Böylece kaliteli bir termos, içerisine konulan maddenin sıcaklığını uzun süre muhafaza edebilir.

NEHİR VE GÖLLER NİÇİN ÜSTEN DONMAYA BAŞLAR?
Su soğudukça, hâl değiştirir ve buza dönüşür. Soğuk arttıkça da bu buz tabakası kalınlaşır. Tabi buz, sudan daha hafif olduğundan suyun üzerinde kalır. Böylece sadece suyun en üst kısmı buz tutmuş olur. Bu durumda, buzun altında kalmış olan suda yaşayan canlılar soğuktan korunmuş olur. Buz, ısıyı çok zor ilettiğinden üst kısımda oluşan buz tabakası, dıştaki soğuk
havayı içeri geçirmez. O zaman da gölün ya da nehrin derinliklerindeki su donmaz. Tabiî bu suyun içinde yaşayan canlılar da. Eğer su donduğunda hafiflemeseydi ve diğer birçok madde gibi ağırlaşsaydı, donan kısım en üste çıkamazdı. Donma, dipten başlardı ve soğuk arttıkça da yukarı doğru ilerlerdi. O zaman, tamamı donan gölde canlı kalır mıydı? Peki, hiç deniz canlısı
olmaması bizim hayatımızı nasıl etkilerdi? Ne güzel ki suya böyle bir özellik verilmiş.

NİÇİN UYUYORUZ?
Su, hava ve gıdalara ihtiyacımız olduğu gibi, uyku da bizim için bir ihtiyaçtır. Çünkü uyurken; gün boyunca zihnimizi meşgul eden düşünceler, gerginlikler ve edindiğimiz bilgiler tek tek değerlendirilir. Günlük tecrübeler hafızaya yerleştirilir. Beyin hücrelerimiz gün boyu yetecek enerjiyi depolarken, bağışıklık sistemimiz de aktif hâle geçer. Ayrıca büyüme ve vücudun
tamiri gerçekleşir. Bu yüzden neredeyse hayatımızın 1/3’ünü kaplayan uykunun, yeterli ve dinlendirici olması hayatî önem taşır. Günlük uyku süresi kişiye ve yaşa bağlı olarak değişirir, bir yetişkin için ortalama 6 ila 8 saat arası uyku yeterlidir. Ancak çocukların daha fazla uykuya ihtiyacı vardır. Aksi hâlde, uykuda salgılanan büyüme hormonlarından yeterince
faydalanmaları mümkün olmayacaktır. Uyku bizlere sunulmuş bir nimet ve ikramdır.

DÜDÜKLÜ TENCERE NİÇİN ÖTER?
Düdüklü tencerenin içinde pişen yemeklerin meydana getirdiği bir su buharı vardır. Zaman ilerledikçe artan ısıyla birlikte bu su buharının basıncı da artar. Tabiî tencerenin kapağı kapalı olduğundan bu basınç dışarı sızamaz. Belirli bir zaman sonra kapağı fırlatıp atacak kadar artar. İşte o zaman kapak üzerindeki emniyet sübabını kaldırır. Sonra da oradaki özel olarak
hazırlanmış küçük delikten dışarı çıkar. Çıkarken de sesli titreşimler meydana getirir. Tencerenin çalan düdüğü olarak bilinen, bu sesli titreşimlerdir. Düdüklü tencerede oluşan yüksek basınç sayesinde suyun kaynama sıcaklığı 100 oC’den daha yukarlara çıkabilir. Suyun sıcaklığı artınca da yemekler daha çabuk pişer. Böylece zamandan ve yakıttan tasarruf edilmiş
olur.

VANTUZLA DUVARA TUTTURULAN EŞYA NASIL DURUR?
Genelde kauçuk ya da plastik gibi esnek maddelerden yapılmış olan vantuz askılar yarım küre şeklindedir. Vantuzu düz bir yüzeye doğru sıkıca bastırınca yarım kürenin içindeki hava çıkarılmış olur. Böylece duvarla vantuz arasında bir boşluk meydana gelir. Bu durumda dışarıdaki hava, sadece vantuzun dışına basınç yapar. Ve böylece onu yüzeye sımsıkı yapışık tutar. Biz de vantuzun ucuna eşyalarımızı asabiliriz. Vantuzu çıkarmak için ise tutunduğu yerle arasına tekrar hava sokmak yeterlidir.

BUZLANMIŞ YOLLARA NİÇİN TUZ DÖKÜLÜR?
Kışın soğuklar artıp, sıcaklık 0 oC’nin altına düştüğünde kar yağar ve yollarda sık sık buzlanmalar görülür. Bu nedenle kar yağdığında ya da sıcaklık 0 oC’nin derecenin altına düşeceği zamanlar yollara tuz dökülür. Çünkü tuz, suyun donma sıcaklığını düşürür. Böylece buz normalde katı olması gereken sıcaklıkta erimeye başlar ve buzlanma engellenmiş olur. Eğer donmamışsa da normalde donması gereken sıcaklıkta donmaz. Araba motorlarındaki antifrizin kullanım amacı da yollara dökülen tuzla aynıdır. Antifriz su molekülleriyle birleşerek onların belli bir kristal düzenine girip donmasını engellemiş olur.

KAŞIĞIN İÇİNDE KENDİMİZİ NİÇİN TERS GÖRÜRÜZ?
Parlak metalden yapılmış olan kaşıklar, bu hâlleriyle ayna görevi görür. Ancak kaşığın iç yüzeyi çukur ayna gibi, dış yüzeyi ise tümsek ayna gibi görüntü verir. Bildiğimiz gibi görüntü çukur aynalarda ters, tümsek aynalarda düzdür. İşte bu sebeple kaşığın içine baktığımızda kendimizi ters, dışına baktığımızda da düz görürüz.

SİNEKLER TAVANDA NASIL YÜRÜR?
Sineğin her bir ayağının ucunda minicik vantuzlar vardır. Bu vantuzlardan salgılanan özel bir sıvı, onu durduğu zemine iyice yapıştırır. Bu sayede sinekler, hemen hemen her türlü yüzeye rahatlıkla konabilir. Hatta tavanlarda baş aşağı bile durabilir, yürüyebilirler.

BARKOD NEDİR?
Barkod, birçok ürünün üzerinde bulunan bir çeşit etikettir. Genelde dikdörtgen biçimindedir. Birbirine paralel çizilmiş inceli kalınlı siyah çizgilerden ve bu çizgilerin arasındaki boşluklardan meydana gelir. Çizgiler sadece ürünün referans numarasını içerir. Ürünün fiyatı ve ürün hakkındaki diğer bilgiler, barkodun okunduğu bilgisayarda kayıtlıdır. Bilgisayar
okuduğu barkod numarasına göre, ürünün fiyatını kasaya yansıtır. Bu sayede ürünlerin fiyatları hızlı bir şekilde sıralanmış olur. Eğer barkodlar referans numaraları yerine ürünlerin fiyat bilgilerini içerseydi, barkodun her fiyat değişiminde yenilenmesi gerekirdi. Bu durum, maliyet ve zaman açısından çok büyük kayıplara neden olurdu. Mevcut sistemde ürünlerin fiyat bilgileri bilgisayarda kayıtlı olduğu için, bilgisayardaki fiyat bilgisini değiştirmek yeterli olmaktadır. Ayrıca barkodlar, raflarda kalan ürün sayısının tespit edilebilmesini de sağlamaktadır.

MISIR PATLAYINCA NİÇİN BEYAZ OLUR
Öz hâlindeki mısır taneciği ısıtıldığında, yapısındaki su, buhar hâline dönüşür ve bir basınç meydana getirir. Bu basınç, taneciğin kabuğunu zorlamaya başladığında mısırı patlatır. Bu olay gerçekleştiğinde dışarı çıkan kabarık beyazlık, mısır tanesinin yapısındaki nişastadır.

ATMOSFER BASINCI OLMASAYDI NE OLURDU?
Dünyamızı saran atmosfer dediğimiz hava tabakası kilometrelerce kalınlıktadır. Ve bu koruyucu tavan üzerimize oldukça büyük bir ağırlık uygular. Fakat hiçbirimiz "açık hava basıncı" dediğimiz bu ağırlık altında ezilmeyiz. Zaten üzerimizdeki bu basınç olmadan hayatımızı sürdürmemiz mümkün değildir. Çünkü vücudumuzun içinde hızla hareket eden kanın dışarı doğru yaptığı bir basınç vardır. Eğer bu kan basıncı atmosfer basıncı ile dengelenmemiş olsaydı, bütün damarlarımız yüksek basıncın tesiri ile patlardı.
 
KALORİFERLER NİÇİN PENCERE KENARLARINA YERLEŞTİRİLİR?
Evlerimizdeki pencereler, özellikle de iyi bir yalıtım yapılmamışsa ısı kayıp noktalarıdır. Dışarıdaki soğuk havanın içeri girmesine, içerideki sıcak havanın da dışarı çıkmasına sebep olurlar. İşte bu yüzden kalorifer petekleri pencere kenarlarına yerleştirilir ki, yaydıkları ısıyla pencerelerden içeri giren soğuk hava bir miktar ısıtılmış olsun. Ve bu sayede odadaki ısı
dengesi korunsun.

ISIRILAN ELMA NİÇİN HEMEN KARARIR?
Elmanın içinde “tanen” adlı bir asit vardır. Elmadaki hafif ekşimsi tadın kaynağı da budur. Bu asit havadaki oksijenle birleştiği takdirde kahve renkli “polifenol” denilen maddelere dönüşür. Elma bir kez ısırıldığında havayla teması başlamış olur. Isırılan kısım havayla ne kadar çok temas ederse, rengi o kadar kararır. Bu sebeple en iyisi, yemeye başladığımız meyveyi bekletmeden bitirmektir.

TÜRKİYE'DE YEMEK EN GEÇ NEREDE PİŞER?
En geç pişen yemek, Türkiye'nin en yüksek tepesinde pişendir. Yani Ağrı dağında. Dünya’da ise Everest tepesinde. Çünkü yükseklerde su deniz seviyesinde olduğu gibi 100 0C’de kaynamaz. Yükseklere çıkıldıkça basınç azaldığından suyun kaynama noktası da düşer. Isıtılan bir sıvının kaynamaya başlaması için, sıvının kendi iç basıncıyla bulunduğu ortamın basıncının
birbirine eşit hâle gelmesi gerekir. Ancak yükseklerde kaynamaya başlayan suyun kendi iç basıncının, deniz seviyesindekine göre daha düşük olan dış basınca eşitlenmesi daha erken olur. O zaman da su, 100 0C’den daha düşük bir sıcaklıkta kaynamaya başlar. Tabiî ki kaynama suyunun sıcaklığı düşük olan bir yemek de suyu yüksek sıcaklıkta kaynayan bir yemekten çok daha geç pişer.

TÜKENMEZ KALEM NASIL ÇALIŞIR?
Tükenmez kalemin ucunda yakından baktığımızda, rahatlıkla görebileceğimiz bir metal bilye vardır. Bu metal bilye, yerinden ayrılmadan her yöne dönebilir. Bu sayede bilyenin bir yüzü kağıda dokunurken, arka yüzü mürekkebe değer. Kalemi kağıt üzerinde hareket ettirdiğimizde metal bilye döner ve önceden mürekkebe değen kısım bu sefer kağıda dokunur. Bu hareketlerin
tekrarı ile yazı yazılmış olur.

KARETECİLER NİÇİN "HAYT" DİYE BAĞIRIR?
Karateciler çıkardıkları "hayt" sesi ile birlikte karınlarındaki havayı boşaltırlar. Bu şekilde karın kasları sertleşmiş olur. Dolayısıyla aldıkları darbelerle karınlarında oluşan basınç, iç organlarına zarar verici boyutta iletilmez. Ayrıca bu hareketle rakipleri karşısında konsantrasyonlarını da sağlamış olurlar.

YAĞMUR DÜZ MÜ YAĞAR EĞİK Mİ?
Bazen yağmurun eğik yağdığını sansak da yağmur damlaları gökyüzünden yere düz iner. Özellikle bir taşıt içinde seyahat ederken bu yanılgıya daha kolay düşebiliriz. Arabamızın hızı sebebiyle, yağmur damlalarının hareket ettiğini zannederiz. Oysa ki yağmur damlaları rüzgârın tesiriyle zaman zaman yere eğimli düşse de aslında yağmur düz yağar.

BALIKLAR UYUR MU?
Balıkların göz kapakları yoktur ve bizim gibi gözlerini kapatamazlar. Biz, onları hep gözleri açık olarak gördüğümüz için hiç uyumadıklarını zannederiz. Çünkü biz uyurken gözlerimizi kapatırız. Ancak böyle bir benzetme bizi yanıltabilir. Meselâ biz de uyurken kulaklarımızı kapatmayız, ama uykumuz gelince beynimiz otomatik olarak kendini seslere kapatır. Uyurken kulaklarımız açık olduğu hâlde, beynimizdeki işitme merkezi kapalı olduğundan hiçbir şey duymayız. İşte bizim kulaklarımız gibi balıkların da uyurken gözleri açıktır. Ancak beyinlerindeki görme merkezi kapalıdır. Yani balıklar da gözleri açık olarak, ama hiçbir şey görmeden uyur.

KATI SABUN MU SIVI SABUN MU?
Kalıp şeklindeki katı sabunlar tüketilirken, pek çok kişi tarafından defalarca kullanılır. Tabiî her kullanıcı tarafından üzerlerine çeşitli mikroorganizmalar bırakılır. Bu mikroorganizmalar nemli ya da durgun sıvı ortamları sever ve oralarda çoğalır. O zaman da temizlik amacıyla kullanılan sabun, tam tersine mikrop yuvası hâline gelebilir. Bu sebeple katı kalıp sabun kullanacaksak, küçük olanlarını tercih etmeliyiz. Ayrıca her kullanımdan sonra sabunu güzelce yıkayıp, yerine öyle bırakmalıyız. Temiz ve kuru ortamda tutmalıyız.Sıvı sabunlarda ise durum farklıdır. Sıvı sabunun kutusundan sadece ele alınan miktarı kullanılır. Sabunu kullananın, sabunun geriye kalanı ile hiçbir teması olmaz. Bir de sıvı sabun, katı sabun gibi durduğu yerde eriyip bitmediğinden daha ekonomiktir.

SÜT NİÇİN TAŞAR?
Sütün çoğunluğu sudan oluşur. Suyun yanında süt içinde biraz yağ, protein, laktoz ve benzeri mineraller vardır. Sütün içindeki yağ kürecikleri ısınınca yukarı doğru yükselir ve sıcak süt üzerinde bir kabuk meydana getirir. Isınan sütün içinde oluşan buhar kabarcıkları, yukarı doğru çıkarken bu kabuk tarafından engellenir. Fakat bu buhar kabarcıklarının sayıları
zamanla artar. Bir an gelir ki birleşen bu kabarcıklar, sütün üzerinde oluşan kabuğu yırtabilecek basınca sahip olur. O zaman da süt taşar. Sütü karıştırmak, yağ kabuğunun oluşmasını engelleyeceği için kaynayana kadar sürekli karıştırınca süt taşmaz.

BUNLARI BİLİYORMUSUNUZ? 
• Terleme sayesinde birçok mikrop öldürülerek vücudumuzun savunmasına yardım edilir.
• Vücudumuzda yaklaşık 100 trilyon hücre vardır. Her dakika bunlardan 300 milyon kadarı ölür. Eğer bunlar sürekli olarak yenilenmeselerdi, bütün hücrelerimiz yaklaşık 230 gün içinde ölürdü.
• Kirpiklerimiz vücudumuzdaki diğer tüyler gibi yaşlanmayla beyazlaşmaz. Yaklaşık 3-5 aylık ömürleri vardır ve dökülenlerin yerine yenileri gelir.

SİNEKLER NİÇİN YAZIN ORTAYA ÇIKAR?
Sıcaklık değişikliklerine karşı çok hassas yaratılmış olan sinekler, ancak sıcak ortamlarda yaşayabilir. Güneşin önüne bulut geldiği zaman meydana gelen sıcaklık düşüşünden bile hemen etkilenirler. İşte bu sebeple kış günlerinde yaşama şansları hiç yoktur. Soğukların başlamasıyla birlikte ortadan kaybolurlar. Ancak ölmeden önce yumurtalarını toprağa gömerler ya da başka uygun yerlere bırakırlar. Yumurta ve larvalar soğuktan etkilenmez. Havalar tekrar ısınana kadar bırakıldıkları yerde dururlar. Yaz sıcakları başlayınca yumurtalar çatlar ve kısa bir süre sonra sinekler tekrar etrafta uçmaya başlar. Bir de sineklerin yaz ayları bitince yok olmadığını düşünün, sokaklar sinekten geçilmezdi.

NE KADAR SU İÇELİM?
Gün boyunca çok çeşitli sebeplerle yaklaşık 3 litre su kaybederiz. Su kaybı sadece terlemeyle olmaz, vücudumuz nefes alıp verirken bile su kaybeder. Tabiî kaybedilen suyun mutlaka yerine konması gerekir. Bazen diğer içecekler ve yiyecekler ile bunu yapmaya çalışsak bile, susuzluğumuzu giderecek en iyi madde her zaman için sudur. Sağlıklı bir vücuda sahip, normal çalışan böbreği ve ciğeri olan yetişkin bir insanın, günde en az 3 litre (8-10 bardak) su içmesi tavsiye ediliyor. Tabiî ihtiyaç duyulan miktar, yaşa göre ve kişiden kişiye değişebiliyor. Özellikle sabah yataktan kalkar kalkmaz, aç karnına bir bardak su içmek tüm organizmayı temizleyerek zehirlerden arındırıyor. Zinde olmayı sağlıyor. Yaz aylarında ise vücut, ısındıkça terleyip, su kaybettiğinden daha fazla su içmek gerekiyor. Böylece vücut ısısı dengelenip,
ciltteki nem korunabiliyor.

BARDAĞA ATILAN BUZ PARÇALARI NİÇİN BİRBİRİNE YAPIŞIR?
Sıcak bir günde bir bardağa bir parça buz attığımızda buz parçası, bardağa değdiği yerden aldığı ısıyla erimeye başlar.  Bardağa attığımız ikinci buz parçası ilkine dokunduğunda, bu buz parçaları hemen birbirlerine yapışır. Çünkü sıcaklığı sıfır santigrat derecenin altında olan buz parçası, erimeye başlamış olan buzu ona değdiği yerde dondurur. Sıcaklığı sıfır santigrat derecenin altında olan buz parçasına bir iki damla su düşse, o da buz üzerinde hemen donar. Buz parçalarını elimize aldığımızda da benzer şeyler yaşarız. Derimiz üzerindeki nem, buzun soğukluğuyla donduğu için dokunduğumuz buz parçaları elimize yapışır. Aynı sebebe bağlı olarak çok soğuk bölgelerde değil buza metal yüzeylere dokunurken bile dikkatli olmak
gerekir. Yani soğuk bir kış gününde Erzurum'da bir demir parçasını tutarsanız, elinizi geri çekemeyebilirsiniz. Çünkü deriniz üzerindeki nem, demirin soğuğuyla hemen donar.

Bunları Biliyor Musunuz?
• Yapılan araştırmalara göre; deri kanseri görülme oranının 70 yaşına kadar yaşayanlarda %2 ila 3 arasında olduğu bulunmuş. Her yıl bir hafta güneşli bir bölgede tatil yapanlarda ise bu oranın, 5 kat daha yüksek olduğu görülmüş.
• Profesyonel bir boksörün yediği şiddette darbeye maruz bırakılan farelerin beyinlerinde Alzheimer hastalarının beyinlerinde görülen değişikliklerin meydana geldiği gözlenmiş. Alzheimer hastalığı, hafızayı zedeleyerek, hastanın kendi kendisini kontrol yeteneğini azaltıyor.
• Colombia Üniversitesi psikologları tarafından yapılan bir araştırmaya göre, küçükken televizyonu çok izleyen çocuklar ve gençler, ekranda daha çok şiddet olayı görmüş oluyorlar. Bu durum, ileriki yaşlarda şiddete daha eğilimli olmalarına sebep oluyor.

GÜNEŞLENELİM Mİ?
Sıcakların oldukça arttığı şu günlerde, özellikle derimizi ve gözlerimizi aşırı güneş ışığından korumamız gerekiyor. Çünkü yaz mevsiminde güneş ışığıyla birlikte Dünya'mıza diğer mevsimlere göre çok daha fazla mor ötesi ışın ulaşıyor. Derimiz, güneş ışığı altında belli bir süre kaldığında kendini koruyabiliyor. Fazla ışına maruz kaldığında ise bronzlaşıyor. Yani aslında bronz ten, vücudun morötesi ışınları emdiğinin bir alarmı. Birkaç bronzlaşmadan sonra, bronzlaşmanın koruma etkisi de kayboluyor. Sonra da ciltte kuruma ve çatlaklar oluşuyor. Bu da zamanla cildin yaşlanma sürecini hızlandırıyor. Bu yüzden en iyisi, morötesi ışınların yoğun olduğu 10.00 ila 16.00 saatleri arasında dışarıda gereğinden fazla dolaşmamak.

HORTUM NASIL OLUŞUR?
Dar bir alandaki anî basınç değişikliğiyle meydana gelen hortumlar, girdap şeklindeki çok şiddetli rüzgârlardır. Atmosferde anî basınç değişikliğine sebep olan, sıcak havanın çok büyük bir hızla yükselmesidir. Sıcak bir hava kütlesi üzerine soğuk bir hava kütlesinin çıkması durumunda; yoğunluğu daha düşük olan sıcak hava, çok büyük bir hızla soğuk havanın içine doğru yükselir. Bu arada basınç hızla azalır. Basınç ve sıcaklıktaki bu anî değişiklik, çok kısa zamanda şiddetli rüzgârlar doğurur. Hava yükselmeye devam ettikçe, rüzgârın hızı daha da artar ve kuvvetli bir girdaba dönüşür. Huni şeklinde dönerek yükselir. Girdabın ortasında hızla yükselen havanın sıcaklığı giderek soğuduğundan, içindeki su buharı yoğunlaşır. Bu da, ortası grimsi beyaz renkli bir hâl alan hava kütlesinin hortum gibi görünmesini sağlar. Yoğunlaşma oldukça aşağıya doğru uzanan hortumun ucu, yere kadar ulaşır. Saatte yüzlerce kilometre hız yapabilecek kadar güçlü olan hortumların içindeki yatay rüzgârlar arabaları, ağaçları, evleri bile yıkabilir. Dikey olan akımlar ise yıkılanları havaya uçurur. Hortumlar daha çok okyanuslara açık, düzlük bölgelerde ve tropikal yerlerde meydana gelir. Coğrafî konumu itibariyle de ülkemizde pek fazla görülmez. Ancak çok düz olan bölgelerde hava katmanları arasındaki basınç değişiminin çok anî olduğu durumlarda yaşanır.

NİÇİN AĞUSTOS BÖCEĞİNİN ÇIKARDIĞI YÜKSEK SES, ONU SAĞIR ETMEZ?
Ağustos böceğinin çıkardığı sesin şiddeti, bir el bombasının patlama sesiyle aynı değerdedir. Ancak böcek, kendi çıkardığı bu yüksek sesten dolayı sağır olmaz. Çünkü işitme organı karnının uzağında bir kapsülün içine konularak korunmuştur.

BUNLARI BİLİYOR MUSUN?
Piller, civa ve kadmiyum gibi zehirli metaller içerdiğinden, çöpe atılınca çevre kirliliğine sebep oluyor. Kullanılmış pilleri çöpümüze karıştırmadan ayrı toplarsak, hem sağlığımızı hem de çevremizi koruyabiliriz.

YUMURTANIN NİÇİN BİR TARAFI YUVARLAK DİĞER TARAFI SİVRİDİR?
Eğer yumurta köşeli olsaydı, kenarları dayanıklılık bakımından çok zayıf olurdu ve kolaylıkla kırılırdı. En dayanıklı geometrik şekil olan küre biçiminde olsaydı, bu sefer de yuvarlandığı zaman herhangi bir yere çarpana kadar ilerler giderdi. Bu durumda ya kaybolur ya da çarptığı yerde kırılırdı. Oysaki mevcut şekliyle yumurta, yuvarlanınca dümdüz ilerlemez. İnce tarafı üstünde dairesel bir yol çizer ve yuvarlanmaya başladığı yere yakın bir noktada durur.
 
DİŞ ÇÜRÜKLERİNE NASIL “DUR” DENİR?
Ağzımızda bulunan bakterilerin en sevdiği yiyecek şekerdir. Bakteriler dişlerimizdeki şekerli gıda artıklarını yer ve onları aside dönüştürür. Bu asitler de her seferinde dişlerimize saldırır ve onları bir miktar aşındırır. Zamanla dişlerimizin üzerinde küçük siyah delikler meydana gelir. Bir süre sonra bu delikler, devam eden asit saldırılarıyla daha da büyür ve çürüğe dönüşür. Ancak dişlerimizi çürükten korumanın yolu, hiç şeker yememek değildir. Genellikle öğün arası yenilen tatlılar, öğünde yenilenlere göre dişlere daha çok zarar verir. Çünkü gün boyunca azar azar atıştırmak, bakterilerin diş üzerinde sürekli asit üretmesine ortam sağlar. Bu sebeple yemeklerden sonra dişleri fırçalamanın yanı sıra, öğün dışı atıştırmalardan sonra ağzı su ile çalkalamak fayda getirir. Çünkü bakteriler diş çürümesine sebep olan asidi, yeme işinden yaklaşık 20 dakika sonra üretmeye başlar.

AKIL İLE ZEKÂ ARASINDAKİ FARK NEDİR?
Akıl, doğru ile yanlışı ayırabilme, herhangi bir konuda düşünce yürütebilme ve görüş bildirme kabiliyetidir. İnsan olgunlaştıkça aklı gelişir. Zekâ ise bir olayı anlamayı, kavramayı, yargılamayı ve açıklayarak çözmeyi sağlar. Genel olarak 12 yaşına kadar hızlı olan zekâ gelişimi 20 yaşına kadar sürer ve sonra sabit kalır. Zekâ, insanın her türlü olay karşısında
aynı yeteneği göstermesini sağlamayabilir. Meselâ çok güzel şiir yazan bir insan, basit bir matematik problemini çözemeyebilir. Çünkü zekâ, ruhsal olaylara, algı ve hafıza yeteneğine, ilgilere ve eğilimlere göre farklılıklar gösterir.

BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ?
• Küçücük bir pirinç tanesinin içinde demir, fosfor, sodyum, bakır, askorbik asit, pantoneik asit, glikoz, sukroz, yağ, kalsiyum, magnezyum, potasyum, çinko, tiamin, niasin ve maltoz bulunur.
• Köpek balığının derisi üzerindeki şeritler, dikey su girdapları ve su spiralleri oluşturarak suyu balığın vücuduna daha çok yapıştırır. Böylece suyun balığın yüzmesine karşı oluşturduğu direnç azalır ve balık suda hızla ilerler. Köpek balığı derisine benzetilerek dokunan kumaşlarla üretilen yüzücü kıyafetleri, diğerlerine oranla suyun sürtünme direncini yaklaşık % 8 azaltır.

HAYVANLAR DEPREMİ ÖNCEDEN SEZER Mİ?
Depremin ne zaman olacağı bugünkü teknolojik imkânlara rağmen bilinemiyor. Ancak bazı hayvanların davranışları ipuçları verebiliyor. Meselâ balıklar, deprem öncesi sığda yüzmeye başlar. Martılar, denize konmamayı tercih ederken, kumsalda bol miktarda yengeç görülür. Depremden 1-1,5 saat önce ise ev hayvanlarında aşırı huysuzlanma başlar. Kümes hayvanları,
arkalarından kovalanıyormuş gibi kaçışır.

DİZİMİZE ÇEKİÇLE VURULDUĞUNDA BACAĞIMIZ NEDEN ÖNE FIRLAR?
Bacaklarımızı aşağıya sarkıtmış durumda otururken, doktor dizkapağımızın hemen altına minik lastik bir çekiçle vurduğunda bacağımız birden ileri fırlar. Çünkü o sırada baldır kaslarımızdaki duyu sinirleri, kaslara hafif bir basınç uygulandığını ve gerildiklerini hemen omuriliğimize iletir. Omurilik ise kasların bu basınca dayanabilmesi için kasılması gerektiğini
bildirir. Bacağımız önce ileri fırlar, sonra tekrar geri hareket eder. Bu hareket diz kapağı refleksi olarak bilinir. Diz kapağı refleksi, omuriliğin işleyişi konusunda bilgi verdiğinden tespiti önemlidir. Çünkü refleks dediğimiz hareketler, isteğimiz dışında ve beynimiz devrede olmadan doğrudan omuriliğin komutlarıyla gerçekleştirilir.

SU NİÇİN GEÇ ISINIP, GEÇ SOĞUR?
Suyun buharlaşma ve donma hızı çok yavaştır. Böylece su, anî ısınmalarda ve soğumalarda sahip olduğu sıcaklığı belli bir süre koruyabilir. Bu yaratılış, büyük bir bölümü sularla kaplı olan Dünya'mızın sıcaklığının korunmasında hayatî rol oynar. Çünkü gündüz güneş alan yerlerdeki sular, geç ısındığından yeryüzü birden bire fazla ısınmaz. O sırada geceyi yaşayan ve güneş ışını alamayan kısımlarda ise gündüzden ısınmış olan ve hemen soğumayan sular, adeta kalorifer görevi görür. Yeryüzünün birdenbire fazla soğumasını engellerler. Böylece yeryüzünde gece ile gündüz arasındaki sıcaklık farkı, daima canlıların dayanabileceği bir sınırda kalır. Eğer dünya üzerindeki suların karalara oranı daha az olsaydı, gece ile gündüz sıcaklıkları arasındaki fark çok artardı. Bu da canlı hayatını çok zorlaştırır, belki de imkânsız hâle getirirdi.

BUNLURI BİLİYOR MUYDUNUZ?
• Örümcek ağı ve kuş tüylerinden ilhamla kurşungeçirmez kumaşlar üretilmiştir. Bu kumaşların dokunduğu liflerin her biri çok dayanaklı yüzlerce ince liften meydana gelir.
• Yumurta, yiyeceklerin besin değerini artırmada kullanılabilecek bir gıdadır. Meselâ sebzelerin protein miktarı düşüktür. Bu nedenle sebzelere yumurta kırılması protein, vitamin ve mineral açısından dengeli karışımların meydana gelmesini sağlar.
 
İNCİ NASIL MEYDANA GELİR?
Denizlerdeki midye ve istiridyelerin içlerine toz, kum, çakıl veya zararlı parazitler girdiğinde bu canlılar durumdan rahatsız olur. Kendilerini bu yabancı maddelere karşı korumak için iç organlarını çevreleyen koruyucu tabakadan özel bir madde salgılamaya başlarlar. Bu özel salgıya sedef denir. Sonra da içlerine girmiş olan yabancı maddenin üzerini salgıladıkları sedefle kaplarlar. Kaplama işi bitince inci tanesi meydana gelmiş olur. Zaman içinde sedef katmanlarının üst üste eklenmesiyle inci büyür.

NE KADAR SÜT İÇMELİYİZ?
Çocuklarda süt, günde yarım litreden fazla içildiğinde demir eksikliğine sebep oluyor. Bu da beyin gelişimini ve öğrenmeyi olumsuz etkiliyor. Bir yandan da kansızlığa ve diş çürümelerine yol açıyor. Sürekli ve fazla miktarda süt içmek, ayrıca beraberinde düzensiz beslenmeyi getiriyor. Bu sebeple en güzeli her zaman için tek yönlü değil, çeşitli ve dengeli beslenmek.

İNSANLAR ve HAYVANLAR NİÇİN OKSİJEN ÜRETMİYOR?
Besin ve oksijen üretme görevi, yeşil bitkilere ve okyanuslardaki bazı mikroorganizmalara verilmiştir. Bunlar hayvanların ve insanların solunumla ürettiği karbondioksiti tüketir ve yerine atmosfere oksijen bırakırlar. Böylece atmosferdeki oksijen oranı dengede tutulmuş olur. Eğer insanlar ve hayvanlar da oksijen üretebilselerdi, oksijen miktarı çok artardı. Ve atmosfer
kısa sürede yanıcı bir özellik kazanırdı. O zaman da en küçük bir kıvılcım bile dev yangınlar çıkarırdı. Bu durumun tam tersine bitkiler de diğer canlılar gibi sürekli karbondioksit üretselerdi, bu sefer de atmosferdeki oksijen hızla tükenirdi. Kısa sürede bütün canlılar oksijensizlikten boğularak ölürdü.

Bunları Biliyor Muydunuz?
• Yapılan araştırmalarda domatese kırmızı rengi veren maddenin, damar hastalıklarına yakalanma riskini azalttığı bulunmuş. Ispanak gibi koyu yeşil renkli sebzelerde bulunan renk maddesinin ise bazı göz hastalıklarıyla savaşmada yardımcı olduğu görülmüş.
• Karıncalar, vücutlarında salgılanan formik asidi kışlık yiyeceklerini korumada kullanıyor. Bizler bu asidi ancak lâboratuvarlarda bir takım işlemler sonucunda elde edebiliyoruz.

BARDAK NİÇİN ÇATLAR?
İçine sıcak su konulduğunda, soğuk bardağın sıcakla temas eden iç yüzeyi hemen genleşir. Bu arada bardağın henüz soğuk olan dış yüzeyi, genleşmeye vakit bulamadan içi tarafından itilir. O zaman da bardak çatlar. Aynı durum, sıcak bardağın içine soğuk su konulduğunda da gerçekleşir.

BAZI BİNALARDA NİÇİN DÖNER KAPI VARDIR?
Otellerde veya benzeri büyük binalarda genelde döner kapı kullanılır. Çünkü bu binaların içi, devamlı olarak sıcak tutulmaya çalışılmaktadır. Açılan normal kapıdan ise içeriye rahatlıkla soğuk hava girecektir. Bu durumda binanın ısıtma sistemleri de ortam her soğuduğunda yeniden çalışacaktır. Bu da fazladan enerji tüketimi demektir. Döner kapılar sıcak havanın dışarı çıkmasını, soğuk havanın da içeri girmesini engeller. Böylece enerji tasarrufu sağlanmış olur.

BAL AÇIKTA KALINCA NİÇİN BOZULMUYOR?
Besinlerin bozulma sebebi, mantar ya da bakteri gibi organizmaların çürüme, küflenme ve kokuşmaya yol açmasıdır. Ancak diğer bütün canlılar gibi bu organizmalar da yaşamak için suya ihtiyaç duyar. Bal ise yapısı gereği içinde canlı yaşamına yetecek kadar su barındırmayan bir maddedir. Bundan dolayı da bozulmaya sebebiyet veren organizmaların içinde yaşayamayacağı bir ortamdır.

Bunları Biliyor Muydunuz?
• Bir hapşırıkta yaklaşık 20.000 kadar minik damla, 4 metre kadar ileriye yayılabiliyor. Ayrıca bir odada hapşıran kişi odayı terk ettikten 30 dakika sonra bile, o odada bulunan bir kişi, hapşırıkla atılan bakterileri solunum yoluyla alabiliyor. Bunun yanında şunu da hatırlamak lâzım: Hapşırma sırasında vücuttan büyük bir hızla çıkan havayı engellemek kimi zaman ölümlere bile sebep olabiliyor. Bu nedenle elimizi ağzımıza kapatmak yerine biraz uzakta tutarak, hapşırığımızın çevreye vereceği zararı engelleyebiliriz.
• Japon Ulusal Kanser Merkezi'nden bildirilen araştırma sonuçlarına göre 'aşırı tuzlu yemek yeme alışkanlığı' mide kanseri riskini artırıyor. Ve günlük tuz kullanımının 11gramı aşmaması gerekiyor.

YÜNLÜ KIYAFETLER İNSANI ISITIR MI?
Soğuk günlerde üşümemek için yünlü kıyafetler giyeriz. Aslında yün elbiseler vücudumuzu ısıtmaz. Sadece vücut ısımızın dışarıya kaçmasına ve dışarıdaki soğuğun içeri girmesine engel olurlar. Yani yün bir ısıtıcı değil, yalıtıcıdır.

HAVA YASTIĞI NASIL ÇALIŞIR?
Hava yastığının içinde birer kimyasal olan sodyum asit ile demir–3-oksit vardır. Otomobilin çarpma anında bu kimyasallar anî bir kıvılcımla, çok hızlı bir şekilde birleşirler. Bu birleşmenin sonunda azot gazı meydana gelir. Azot gazı hava yastığının içini doldurunca yastık şişmiş olur. Tabiî bütün bu anlatılanlar sadece 84 milisaniyede, yani bir anda gerçekleşir.

BAZI SAKIZLAR VE ŞEKERLER AĞZIMIZI NASIL SERİNLETİYOR?
Ağza ferahlık veren sakız ya da şekerlerin içinde bulunan aromaların buharlaşma sıcaklıkları çok düşüktür. Böylece ağzımızdaki sıcaklıkla kolayca buharlaşırlar. Buharlaşırken de ağzımızdan ısı alırlar. Biz de ağzımızdaki ısı, şekere ya da sakıza aktarıldığı için serinlik ve ferahlık hissederiz.

AMPULÜN İÇİNDEKİ TEL NİÇİN ERİMİYOR?
Ampullerde kullanılan kıvrımlı ve ince tel, tungsten metalinden yapılmıştır. Bu metalin kullanılmasının en önemli sebebi, erime noktasının 3410 ºC ve kaynama noktasının 5900 ºC, yani çok çok yüksek olmasıdır. Çünkü aydınlatma sırasında ampulün içindeki sıcaklık bu kadar yükselmez ve böylelikle tel erimemiş olur. Telin erimemesinin bir başka sebebi de ampulün içinde argon ve azot gazlarının bulunmasıdır. Bu gazlar, kor hâline gelen telin ısısını alıp, telden uzaklaştırır.

KIRILAN KEMİK NASIL İYİLEŞİR?
Kemikler çok sert bir yapıya sahip olmalarına rağmen, güçlü bir darbeye maruz kaldıklarında kırılabilir. Doktorlar da kırılan kemiğin yönünü düzeltip onu alçı içine alırlar. Bu sırada kemiğin kendini tamir mekanizması hemen devreye girer. Öncelikle kırılan kemiğin etrafındaki kan pıhtılaşır. Tabii bu çok büyük bir pıhtıdır. Sonra kemik yapıcı hücrelerden salgılanan minerallerle bu dev pıhtı sert bir kemiğe dönüşür. Ve eskisi gibi sapasağlam olur.

‘ANTİFRİZLİ HAYVAN’ NE DEMEK?
Bazı hayvanların kanında tıpkı bir araba radyatöründeki antifriz gibi görev yapan kimyasal maddeler vardır. Bu özel maddeler, hayvanın kanındaki buz kristallerine bağlanır ve bunların çoğalarak bir araya gelmesine engel olurlar. Böylece bu hayvanlar, şiddetli soğuklarda bile donmadan rahatlıkla yaşayabilir. Hatta bazılarının bir buzulun içerisinde hiç zarar görmeden üç yıl boyunca yaşadığı görülmüştür.

BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ?
* Kedi balıkları üzerinde çalışan Japon bilim adamları, bu balıkların büyük depremlerden birkaç gün önce çok hareketli hâle geldiğini tespit etmişler. Bilim adamları bu balığın dünyanın elektrik alanlarındaki değişikliklere tepki gösterdiğini tahmin ediyorlar. İn¬san vücudunda;
* 220 kibrit çöpünün başını kaplayacak kadar fosfor, 6 kalıp sabunun yapımına yetecek kadar yağ, yaklaşık 380 gramlık kok kömüründeki kadar karbon, 2,5 cm'lik bir çivideki kadar demir vardır.

KEDİLER NİÇİN BIYIKLIDIR?
Kedilerin bıyıklarının kökü, vücutlarında sinir ve damarların yoğun olduğu bölgelerdedir. Oldukça hassas olan bıyıklarıyla kediler, hava akımındaki küçük değişiklikleri bile hisseder. Cisimlerin çevrelerindeki hava akımlarını hissettikleri için de sağa sola çarpmazlar. Ayrıca bıyıklar tabiî cetvel görevi görerek, kedilerin bir delikten geçip geçemeyeceğine karar vermesine yardımcı olur.

BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ?
• Besin maddelerinin uzun süre bozulmadan saklanabilmesi, raf ömrünün uzatılması, lezzet ve görünümlerinin değiştirilmesi amacıyla kullanılan bazı bileşikler ve renk vericiler kanser riskini artırıyor.
• Beynimizdeki tek bir hücre, diğerlerinden 1000 tanesi ile doğrudan bağlantı kurabiliyor.

NİÇİN HORLUYORUZ?
Uyurken vücudumuz oldukça rahatlar ve kaslarımız gevşer. Nefes yolumuzu açık tutmakla görevli olan kaslarımız da gevşeyince nefes yolumuz daralır. O zaman da aldığımız hava akciğerlerimize rahat bir biçimde gidemez. İşte horlama sırasında duyulan ses, nefes yollarımızdaki gevşek ve yumuşak dokuların titreşimi sebebiyle ortaya çıkar. Yaşlandıkça horlama ihtimalinin artmasının sebebi, yaşlanma ile birlikte kas dokuda görülen yumuşamadır. Horlama, tedavisi olmayan çözümsüz bir durum değildir. Nefes yollarındaki gevşek ve sarkık dokuları sertleştirmeye yönelik tedavilerle sona erdirilebilmektedir.

ÇAYDANLIK NİÇİN TISLAR?
Çaydanlığın içine koyduğumuz su, alttan itibaren ısınmaya başlar. Suyun sıcaklığı arttıkça dipte tek tük buhar kabarcıkları meydana gelir. Bu kabarcıklar, sudan daha hafif olduklarından yukarılara doğru yükselir. Yükselirken, henüz alt taraf kadar ısınmamış olan soğuk su tabakasıyla karşılaşırlar. O zaman da sönerler. İşte bizim tıslama sesi olarak duyduğumuz, bu kabarcıkların sönerken çıkardığı seslerdir. Bu sesler, meydana gelip sonra da sönen kabarcıkların sayısı arttıkça artar. Çaydanlıktaki suyun tamamı ısındığında ise tıslama sesi kesilir. Çünkü artık çaydanlıkta buhar kabarcıklarını söndürecek soğuk su yoktur.

YAĞMUR NASIL KARA DÖNÜŞÜR?
Bildiğimiz gibi yeryüzünden gökyüzüne yükselen su buharının yoğunlaşmasıyla bulutlar meydana gelir. Bulutları meydana getiren bu su taneleri, çok soğuk hava ile karşılaşırsa ince buz parçaları hâline gelir. Sonra da birleşerek yere düşerler. Yani bulutlardaki su tanecikleri, aşırı soğuğun etkisiyle yağmur olamadan kara dönüşmüş olur.

BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ?
• Yapay tatlandırıcılar tavsiye edilen miktarın üzerinde tüketilmeleri hâlinde idrar yolu kanserlerine sebep oluyor.
• Alüminyum, oksijen ve yağmurun etkisi ile yaklaşık 100 yıl içerisinde toprağa karışabilmektedir. Bu sebeple alüminyum kutuları çevreye atmak yerine yeniden alüminyum üretimi için kullanmak çok daha uygun olur.
• Tıpkı parmak izleri gibi her insanın dil izi de farklıdır.

MİKRODALGA FIRINLAR NASIL ÇALIŞIR?
Bu fırınlarda ısınmayı sağlayan mikrodalgalar, elektromanyetik dalgalardır. Bu dalgalar, yemek moleküllerini doğrudan etkiler. Bu sırada hareketlenen moleküller arasındaki çarpışmalar sayesinde yemek çok kısa sürede ısınır ve pişer. Elektrikli bir fırında ise ısıyı emen yemeğin suyu ya da yağı olduğundan pişme işi daha geç olur. Mikrodalga fırınlarda cam ya da
plastik kaplar tercih edilmeli, metal kaplar kullanılmamalıdır. Çünkü mikrodalgalar metallerin içinden geçemez. Ayrıca insan vücudu için çok zararlı olan mikrodalgaların fırının dışına sızmamasına çok dikkat edilmelidir.

SU NASIL SÖNDÜRÜR?
Öncelikle su, yanan bir cisim üzerine döküldüğünde ondan ısı alır. Sonrasında da aldığı ısı ile buharlaşır. Bu buhar, yanan cisimlerin etrafını çevirir ve onlara ulaşan oksijeni keser. Tabii oksijen olmadan da hiçbir şey yanamaz.

KİRPİ BALIĞI NİÇİN ŞİŞER?
Çok yavaş yüzebilen kirpi balığı, düşmanlarından kaçamadığı için kendisini şişirerek korur. İçine deniz suyu çekerek şişer ve normal boyunun iki katı hâle gelir. Tabiî bu sırada derisinin üzerini kaplayan dikenler de dikleşir. Şişmiş dikenli bir balığı yemek oldukça zor olacağından, düşmanları ona saldırmaktan vazgeçer.

KÂĞIT YIRTILIRKEN NİÇİN SES ÇIKAR?
Kâğıt, selüloz liflerinden meydana gelmiştir. Kâğıttan bir parça yırttığımızda bu lifler birbirlerinden ayrılır. Liflerin koparken meydana getirdikleri titreşim, etraflarındaki havada ses dalgalarının meydana gelmesine sebep olur. Kâğıdı hızlı yırttığımızda daha fazla ses çıkar. Çünkü o zaman belli bir zaman içinde daha çok lif koparmış oluruz.

BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ?
• Buğday, kepeği ve özü alınarak beyaz un hâline getirildiğinde, içindeki kanserden koruyucu maddelerin yüzde 90’ı kaybolur.
• Yılanların saydam gözkapakları vardır.

NİÇİN KENDİ KENDİMİZİ GIDIKLAYAMIYORUZ?
Bir insan gıdıklandığında, derisinin yüzeyinde bulunan küçük sinir lifçikleri hemen harekete geçer ve beyne sinyaller gönderir. Bu sırada beynin uyanıklığı fazlalaşırken nabız ve kalp atışı da hızlanır. Ancak beynimiz vücudumuza gelen uyarıların hangisinin bizzat kendimizden, hangisinin dışarıdan geldiğini ayırt eder. Ve dışarıdan gelen tepkilere öncelik verir. Mesela, elimizin yanması gibi acil refleks gerektiren olaylar böyledir. Bu nedenle bir başkası tarafından
gıdıklandığımızda tepki veririz. Ama kendi kendimizi gıdıklamaya çalıştığımızda beynimiz bu noktalardaki hassasiyeti azalttır ve gıdıklanamayız.

AĞAÇLARIN YAŞI BULUNABİLİR Mİ?
Bir ağacın gövdesinden bir kesit alınıp incelendiğinde, üzerinde iç içe halkalar görülür. Halkalar, ağacın en dıştaki kabuk kısmından başlayarak içine doğru sıralanır. Bu halkalardan her biri, ağacın yaşadığı bir yılı göstermektedir. Yani halkaların tamamını sayarak ağacın kaç yıl yaşamış olduğunu anlayabiliriz. Halkalar arasındaki aralıklar ise ağacın bir yılda ürettiği
odun hacmini belirtir. Dolayısıyla bu aralıkların genişliği de bize ağacın geçirdiği mevsim şartlarıyla ilgili bilgi verebilir. Aralıklar darsa o yıl kurak geçmiş, geniş ise sulak geçmiş demektir.

AYAKLARIMIZ NİÇİN KARINCALANIR?
Bacaklarımızı altımıza alıp bağdaş kurarak ya da benzer şekillerde oturduğumuzda bacaklarımızdaki damarlar sıkışabilir. Bu durumda kanın damarlarımızda gerektiği gibi dolaşması engellenmiş olur. Sıkışma ortadan kalkınca bacaklarımızın ucunda kan dolaşımı dengesi kuruluncaya kadar batmalar hissederiz. Ayaklarımızda binlerce karınca yürüyormuş gibi bir his uyandıran bu durum, karıncalanma olarak adlandırılır.

KURŞUN KALEMLERİN İÇİNDE GERÇEKTEN KURŞUN MU VAR?
Kurşun kalemlerin içinde, kurşun değil, yumuşak bir karbon cinsi olan grafit bulunur. Kurşun kalem denmesinin sebebi, büyük ihtimalle kalemin içinden geçen kısmın kurşun renginde olmasıdır.

HAMAKTA YATMAK NİÇİN RAHATTIR?
Her cismin üzerinde ağırlığı ve temas ettiği yüzeye bağlı olan bir basınç vardır. Cismin ağırlığı ne kadar geniş bir alana yayılırsa, üzerindeki basınç o kadar azalır. İşte yumuşak bir yatağa ya da hamağa yattığımızda vücudumuzun her yeri zemine değdiğinden ağırlığımız geniş bir alana dağılmış olur ve rahat ederiz. Aksine sert bir taburede rahatsız olmamızın sebebi ise
ağırlığımızın taburenin yüzeyi kadar küçük bir alana yayıılmasıdır.

Padişah Abdülmecid'in Marmaray projesi


 
İstanbul Arkeoloji Müzeleri'ndeki Marmaray Arkeolojik Kazı Sergisi'nde sergilenen 1860 yılına ait tüp geçit projesi, İstanbul Boğazı'nı deniz altından geçme fikrinin 150 yıl önce düşünüldüğünü ortaya koydu. Sultan Abdülmecid'in hayali olan tüp geçit projesi, bugün adım adım gerçek oluyor.

Osmanlı döneminde hızla büyüyen İstanbul'da özellikle şehrin her iki yakasını birleştirme düşüncesi, 19. yüzyılın başından itibaren sarayın birinci vazifesi haline geldi. İlk olarak 1860 yılında dönemin sultanı Abdülmecid, Fransız mühendis S.Preault'a bir proje yaptırdı. Bu projeye göre tıpkı bugünkü gibi bir tüp geçit Boğaz'ın altına döşenecek, tüp Boğaz'ın altında ayaklar üstüne oturtulacaktı. Tren Sirkeci'den girecek, Boğaz'ın altından Üsküdar'dan karaya çıkacaktı.

Kağıt üzerinde matamatiksel verileriyle birlikte çizimi de yapılan proje, günün şartlarında hayata geçirilemedi. Proje, bilindiği kadarıyla ekonomik nedenlerin yanı sıra güvenlik nedeniyle askıya alındı. Projenin bir benzeri 1902 yılında Amerikalı Mühendis Frederik E. Storm ile arkadaşları Frank Lindman ve Hilliker tarafından Sultan 2. Abdülhamid'e teklif edildi, ancak yine hayalde kaldı.

Tünel-i Bahri
Marmaray Arkeolojik Kazı Sergisi'nde sergilenen 1860 yılına ait tüp geçit projesine göre, 16 ayak üzerinde duran yatay bir platform üstüne, içine tren girebilecek boyutta çelik borulardan oluşan bir tünel planlanıyordu. Tünelin içinde yer alması planlanan üç araçtan biri çekici lokomotif, diğer ikisi de yolcu taşıma vagonu görevi görecekti. Tünel-i Bahri ismi verilen proje hayata geçirilemeyince Osmanlı arşivlerinin tozlu raflarında yerini aldı.

150 yıl sonra Ulaştırma Bakanlığı benzer bir projeyi yeni hayata geçiriyor. Boğaz'da tüp döşeme işlemi bitme aşamasına gelen projede, Yenikapı, Sirkeci ve Üsküdar'daki arkeolojik kazı çalışmalarının bitmesi bekleniyor. Yetkililer, kazı işleminin bitmesi halinde kısa süre içinde raylı sistemin hayata geçirileceğini söylüyor. Müze yetkilileri, İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nin denetiminde devam eden arkeolojik kazıların bilimsel niteliklerden taviz verilmeden devam edeceğini belirtiyor.

Mimar Sinan'ın Dehası...

Mimar Sinan'ın mektubu:

Birkaç yıl önce, Süleymaniye Camii'nin yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı anlaşılmış.

Eğer çözüm bulunamazsa, koca cami kisa bir zaman içinde yıkılacakmış.

Caminin tum tasiyici yuku kemerlerindeymis.

Bu kemerlerin ortalarında bulunan kilit taslari zamanla asinmis.

Ama elde yazili bir proje olmadigi için nasil degistirileceği bilinmiyormus.

Hemen Turkiye'nin en yetkin muhendis ve mimarlarindan olusan bir heyet olusturulmus.

Ortaya bir sürü fikir atilmis.

Her kafadan bir ses çikmis ama sonuç alinamamis.

Tartismalar surerken caminin içinde büyük bir karmasa suruyormus.

Ulkenin çesitli bilim kuruluslarindan bir sürü mimar, muhendis kemerleri inceliyormus.

Bu adamlardan biri ortalarda dolanirken, kazara, gizli bir bolme bulmus.

Bolmede, uzerinde eski yazi olan bir not varmis.

Uzmanlara inceletilen kağidin orijinal olduğu belgelenmis.

Bu kagit parcasi bizzat Mimar Sinan'in imzasini tasiyan bir mektupmus.

Mektupta yazilanlar günümüz Türkçesine tercüme ettirilince ortaya söyle bir metin cikmis.

" Bu notu bulduğunuza göre kemerlerden birinin kilit taşı aşındı ve nasıl değiştirilecegini bilmiyorsunuz."

Koca Sinan, kademe kademe, kilit tasinin nasil degistirileceğini anlatiyormus.

Bu oyuk içinde yer alan bir sise ve sise içindeki notta soyle bir sey yaziyormus:

" Her kim bu tas eskidiğinde yenisiyle degistirmek isterse eski tasin yerine takilacak yeni kilit tasinin iki tarafindan yagli iple tasi bir taraftan sokup oteki taraftan ceksin ve sonra ipin disarida kalan kisimlarini kessin".

Heyet Sinan'in söylediklerini aynen yapmis. Süleymaniye camisi boylelikle kurtarılmış.
Bu mektup şu an Topkapı Sarayı'nda saklanıyormuş. 

 


( 2 )

1950-60 arasi bir tarihte insaat muhendisi, mimar ve jeofizikçilerden olusan bir Japon heyeti Turkiye'ye gelmiş. Heyet Imar ve Iskan Bakanligi'ndan izin alarak ülkemizdeki tarihi yapilari incelemeye baslamis.

Ayasofyayi, Yerebatan Sarnicini filan gezdikten sonra sira Sinan' in kalfalik eseri Suleymaniye Camisi'yle Sinan'in ogrencisi Mimar Davut Aga'nin eseri Sultanahmet Camisi'ne gelmis.

Japonlar bu camiler üzerinde günlerce inceleme yapmışlar.Her geçen gün şaşkınlıkları daha da artıyormuş. Çunkü Japonlar daha ilk incelemede camilerin gevşek bir zemin uzerine inşa edildiğini anlamışlar. Ama bunca yıl, bu camilerde bir catlak dahi olmamasina akıl sır erdirememisler.

 






Bunun uzerine Türkiye programinin gerisini tamamen iptal edip, bu iki cami üzerine yogunlasmislar.

Arastirmalarinin sonucunda herhangi bir sarsinti sirasinda bu iki caminin sabitlenmediğini aksine yerinde oynayarak yikilmaktan kurtulabildiği ortaya
çikmis. Minareleri incelediklerinde ise dumurlari ikiye katlanmis.

Minarelerin cok daha gelismis bir rayli sistem mekanizmasi uzerine oturtulduğunu ve her yone yaklasik 5 derece yatabildiğini gormusler.

Daha derin arastirma yapmak için Edirne'ye, Sinan'in ustalik eseri Selimiye Camisi'ne gitmisler. Ordaki olaganustu sistemleri gorunce iyice dumur olmuşlar.

Selimiye'nin tüm sırlarını aylarını harcayarak çözmüşler.

Japonya'ya donduklerinde ise Sinan'in sirlarini uygulamaya sokarak sehirlerini Sinan'in kullandigi sistemlerle kurup muazzam gokdelenler dikmisler.

Yani su an gelismis ulkelerin gokdelen yapiminda kullanildiklari cogu sistem,
yuzyillar önce Sinan'in gelistirdigi mekanizmalarmis.


( 3 )

Bir gun Selimiye Camii'ne girenler, kubbenin altiında bir Japon'un ayaklarını kıbleye doğru uzatmış sirtüstü yattığını görmüşler. Tabii hemenJapon'u, "Burası kutsal bir yer. Bu şekilde yatmak bizim inançlarimiza gore saygısızlıktır.

Lutfen oturun veya ayakta durun" diyerek uyarmislar.

Ancak, Japon trans vaziyetteymis, gozlerini kubbeden ayirmadan soyle sayıklıyormuş:

"Bu imkansiz. Ben yillarin muhendisiyim. Bu kubbe var olamaz. Hayal goruyorum. Bu kubbenin orada o sekilde durmasi fizik ve matematik kurallarina aykırı. Bu imkansiz, orada hicbir sey yok, orada hicbir sey yok..."




( 4 )


Selimiye camisisinin zemini gevşek toprakmış. Bu nedenle minarelerinin yakin zamanda yikilacagi farkedilimiş.

Uluslararasi bir grup bilimadami toplanmislar. Nasil kurtaririz bu tarihi minareleri diye kafa kafaya vermisler. Sonucta en son teknoloji olan metal kelepcelerli minarelerin temellerini sabitlemenin en iyi cozum olduğuna karar vermişler.

Minarelerin temellerini acinca, koymayi dusundukleri kelepcelerin aynisiyla karsilasmislar. Mimar Sinan bilmem kaç yüzyil once ayni seyi düşünmüş meğerse....?



( 5 )

Mimar Sinan'in Selimiye Camii'nin kubbesini o genisliğe oturtmak için 13 bilinmeyenli bir denklemi matematiğin bilinen 4 ana isleminden farkli besinci. bir islem yaratarak çözdüğü soylenir.

Ayrica minarelerin serefelerine cikanlarin yolda birbirlerini gormemeleri ise buyuk bir bir dehanin urunudur.

Almanlar ayni sistemi meclislerinin önündeki dev kürede kullanmışlar.

Mimar Sinan bu sistemi 2 metre capindaki minarelere yuzyillar once monte edebilecek bir dehadir.

Almanlarin dehasi ise, o cirkin metal yiginina Selimiye'den fazla turist çekebilmelerindedir..

25 Eylül 2008 Perşembe

Bu da Dünyanın En Salakları

İKİZİNİ ÖLDÜRDÜ
Marko ve Roberto de Solisa adlı iki kardeş, birbirleriylepek iyi geçinemiyorlardı. Roberto'nun sık sık kendisiyle dalga geçmesinedayanamayan Marko, kardeşini, kafasına sıktığı tek kurşunla öldürdü. Bubasit bir cinayet gibi görünebilir. Ancak gerçek öyle değil. Çünkü Marko ile Roberto aynı dolaşım sistemini paylaşan yapışık ikizlerdi. Roberto'nun ölümünden 5 dakika sonra, kan dolaşımı duran Marko da öldü.

MAYINLA FUTBOL
Komboçya'da 2 asker, patlamamış mayınla futbol oynamaya kalkınca hayatlarını kaybetti. Olayı ilginç kılan bir başka nokta, parçalanarak can veren 2 askerin, Kamboçya ordusunun "en iyi mayın uzmanları" arasında yer almasıydı.

TÜKÜRÜK KURBANI
ABD'nin Alabama eyaletinde 25 yaşındaki bir asker tükürme alışkanlığının kurbanı oldu. Pencerenin kenarına oturarak, tükürüğünü, büyük bir tencere şeklindeki sokak lambasına isabet ettirmeye çalışan asker, dengesini kaybedip 11. kattan düştü.

VE DİĞERLERİ...

• Kansas Wichita'daki polis,havaalanı otelinde 22 yaşında bir adamı sahte 16 dolarlık iki banknotu kullanmaya çalışırken yakaladı.

• Güney Afrika Johannesbur'da iki adam birbirlerinin kafası üzerine koydukları bira kutularına ateş ederlerken birisi arkadaşının yüzüne ateş etti.Adam ağır yaralandı.

• Washington'da bir suçlu hapishaneden kaçtı.Birkaç gün sonra kız arkadaşıyla yemeğe gitti.Ama uzun süre geri dönmeyince kız arkadaşı merak ederek polise haber verdi.Polisler adını duyunca kim olduğunu anladılar ve yakaladılar.

• Michigan lonia'da sarhoş bir hırsız,iki hizmetçi kızdan nakit para istedi,kızlar parayı vermeyi reddedince adam polis çağıracağını söylerek onları korkutmaya çalıştı.Kızlar aldırmayınca adam gerçekten polis çağırdı ve tutuklandı.

• Pennsylvania Radnor'da bir şüpheliyi sorguya çeken polis,şüphelinin kafasına metal bir süzgeç yerleştirmiş ve tellerle fotokopi makinasına bağlamıştı.Polisin Fotokopi makinasında şüphelinin yalanlarının yazdığını söylemesi inanan şüpheli suçunu itiraf etti

11 Eylül 2008 Perşembe

Peygamberimizin mektubu bulundu


 Hz. Muhammed’in Kıpt Kavmi’nin reisi Mukavkıs’a gönderdiği İslam’a davet mektubu, Topkapı Sarayı’nda sergilenmeye başlandı.



İLİŞKİLİ HABERLER

Saraydaki restorasyon çalışmaları sırasında zarar gördüğü iddia edilen mektup ve diğer kutsal emanetlerin bir metre yakınına kimse yaklaştırılmıyor.
Topkapı Sarayı’ndaki restorasyon sırasında Hz. Muhammed’in ceylan derisine yazdığı mektubun zarar gördüğü ve Ramazan’da bile sergilenmediği haberi üzerine kutsal emanet hafta başında sergiye açıldı.
Önceki uygulamaların aksine, kutsal emanetin etrafı güvenlik kordonu altına alındı. Ziyaretçilerin mektup ve yanında bulunan diğer emanetlere bir metrenin altında yaklaşmaları engellendi. Mektubun, restorasyon öncesine göre biraz daha yıprandığı da Topkapı Sarayı Müzesi’ne giden ziyaretçilerin gözünden kaçmadı.
kullan


BELİRLİ GÜNLERDE ZİYARET
 Kültür ve Turizm Bakanlığı da Topkapı Sarayı Müzesi yetkililerinin bilgi vermekten kaçındığı Hz. Peygamber’in gizlenen mektubuyla ilgili yazılı bir açıklama yaptı. Peygamber Efendimiz’in ceylan derisine yazdığı mektubun zarar gördüğü iddialarını 8 ay önce “Ramazan’da sergilenecek” diye yanıtlayan bakanlık, yeni bir açıklama yaptı.
Bakanlığın açıklamasında “Topkapı Sarayı Müzesi Mukaddes Emanetler Dairesi’nde, Hz. Osman’ın Kuran- ı Kerim’i ve Hz. Peygamber’in Kıpt Kavmi’nin Reisi Mukavkıs’a göndermiş olduğu İslam’a davet mektubu her yıl Ramazan ayında belli bir süre teşhire konulmaktadır” denildi.

OSMANLI GELENEĞİ
Osmanlı döneminde, Hz. Osman’ın Kur’an-ı Kerim’i, Hz. Peygamber’in Mektubu ve Sakal-ı Şeriflerin, her yıl Ramazan ayının 15. günü saray halkı ve devlet erkanı tarafından Padişah nezaretinde ziyaret edildiğini hatırlatan bakanlık, bunun zamanla geleneğe dönüştüğünü kaydetti.
Bakanlık, “Osmanlı Padişahları tarafından titizlikle uygulanan bu gelenek, Saray’ın müze olarak faaliyet göstermeye başladığı 1924 yılından itibaren devam ettirilerek, eserler sadece Ramazan ayının belirli günlerinde teşhire konulmaya başlanmıştır” dedi. Kağıt ve deri malzemeden oluşan eserlerin uzun süre teşhir edilerek zarar görmesinin engellendiğinin dile getirildiği açıklamada, eserlerin her yıl Ramazan ayında teşhir edildiği, Ramazan Bayramı’nın ardından yeniden mahfazalarında koruma altına alındıkları kaydedildi.

9 Eylül 2008 Salı

SES DENEME

Temel köyde imamlık yapıyomuş. İftar saati yaklaşmış. Bütün



köylü de oturmuş iftar açmak  için ezanı bekliyomuş. Temel çıkmış



minareye:



 
-         Allahuekber Allahuekber




        



Köylü Temelin sesini duyunca bismillah deyip oruçlarını açmışlar.



Biraz sonra minareden Temelin sesi gelmiş







- Allahuekber Allahuekber ses deneme 1-2-3 ses deneme!!!!!


4 Eylül 2008 Perşembe

KARDEŞÇE YAŞAMAK

Photobucket

GİDİYORSUN DEMEK


Peygamber (SAV)'in en geniş tarifi



04 09 2008 10:05
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’i çok iyi anlatmasıyla şöhret bulmuş olan sahabeden Hind ibni Abû Hále, O'nu torunu Hz. Hasan'a şöyle anlattı:
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’i çok iyi anlatmasıyla şöhret bulmuş olan sahabeden Hind ibni Abû Hále, O'nu torunu Hz. Hasan'a şöyle anlattı:

Hürriyet gazetesi yazarı Nihat Hatipoğlu'nun köşesine taşıdığı Hz. Hatice’nin oğlu Hind ibni Abû Hále Peygamber Efendimizin torunu Hz. Hasan'a yaptığı tarif...

İnce yapılı, narin ve heybetliydi
Peygamber Efendimizin torunu Hz. Hasan, Hz. Hatice’nin oğlu Hind ibni Abû Hále’ye, bir gün "Dayıcığım, bana dedemi anlat" dedi. Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’i çok iyi anlatmasıyla şöhret bulmuş olan Hind (r.a) O’nu şöyle anlattı:
Peygamber Efendimiz irice yapılı ve heybetliydi. Yüzü ayın on dördü gibi parlardı. Uzuna yakın orta boylu, büyükçe başlı, saçları hafif dalgalıydı, saçlarını ortadan tarardı, saçı bazen kulak memesini geçecek kadar uzardı. Rengi nûránî beyaz, alnı açık kaşları hilal gibi ince ve gürdü. İki kaşı arasında bir damar vardı. Öfkelendiği zaman kabarırdı. Burnu ince hafifçe kavisliydi. Sakalı sık ve gür, yanakları düzdü. Ağzı geniş, ön dişlerinin arası seyrek ve pek hoştu. Boynundan göbeğine kadar hafifçe yayılan tüyleri vardı, ne çok tüylü ne de tüysüzdü. Boynu, saf mermerlerden yapılan heykellerin boynu gibi gümüş berraklığında idi. Bütün organları uyumluydu son derece, vücudu yakışıklıydı. Göğsü ile karnı bir hizada olup ne zayıf ne de şişmandı. Göğsü ile iki omuzu arası genişçe mafsalları kalıncaydı.
Bedeni nur gibiydi. Göğüs çukurlarından göbeğine kadar ince bir tüy şeridi uzanırdı. Memelerinde ve karnında kıl yoktu. Kolları, omuzlar ve göğsünün üst tarafında kıllar vardı. Bilekleri uzun, avucu genişti. El ve ayak parmakları etli ve uzunca idi. Ayaklarının altı hafifçe çukur, üstü ise son derece düzgün ve pürüzsüzdü. Yürürken öne meyilli düz yürür, ayaklarını yere sert vurmaz, sakin, ama hızlı ve vakarlı yürür ve yürüdüğün de sanki meyilli bir yerden iniyormuş görünümü verirdi. Bir tarafa döndüğünde bütün vücuduyla dönerdi, sadece başını çevirmezdi. Konuşmadığı zaman, yerden çok göğe bakar ve düşünceli görünürdü.
Arkadaşlarıyla yürürken onları öne geçirir, kendileri arkadan yürürlerdi. Yolda karşılaştığı kişilere ilk önce o selam verirdi.

BESMELE



Her gün biraz daha yoruyor beni,

Hasretinle başa çıkamıyorum.

Her gece bir yerden vuruyor beni,

Sağ salim sabaha çıkamıyorum...



Savaşta geçirdim sanki bir ayı,

Düşmandan almadım ben bu yarayı,

Giderken verdiğin tek sigarayı,

Hatıradır diye yakamıyorum...



Vicdanın halimi hiç mi sormuyor?

Küsecek ne yaptım, aklım ermiyor!

Zalimsin demeye dilim varmıyor,

Tavrına bir isim takamıyorum...



Yeter ki mektup yaz canımı dile!

Yetmezse uğrunda çektiğim çile!

Nazar değer diye resmine bile

Besmele çekmeden bakamıyorum...



  Cemal SAFİ

2 Eylül 2008 Salı

BAKIŞ AÇISI

Hastanenin bir odasında ağır iki hasta yatıyordu. Yatağın biri duvarın dibinde diğeri ise pencerenin yanında idi. Pencerenin yanında yatan hastanın bir saat kadar oturmasına müsaade ediyorlardı, çünkü ciğerlerindeki suyun süzülmesi gerekiyordu. Diğer hasta ise sürekli sırt üstü yatmak mecburiyetindeydi.

Bu iki hasta devamlı birbirleriyle sohbet eder vakit geçirirlerdi. Bu sohbetlerde pencere kenarındaki hasta bir saatliğine oturduğunda dışarıyı görüyor, gördüklerini, insanları, parkta dolaşanları, cıvıl cıvıl oynaşan çocukları duvar dibindeki hastaya anlatıyordu. O da ertesi günü iple çekiyordu. Günler böyle geçip giderken bir gün pencere önündeki hasta ölmüş. Cesedi götürülmüş, yatağı boşaltılmıştı. Yalnız kalan hasta pencere kenarındaki yatağa geçmek istiyordu. Belki bir gün oturacak hale gelirde pencereden arkadaşının anlattığı parkı, gölü, kuğuları, ördekleri, çocukları görerek can sıkıntısına bir nebze ilaç olabilirdi. Hemşireye isteğini bildirdi, hemşirede isteğini yerine getirdi ve odadan ayrıldı. Devamlı sırt üstü yatan hasta dişini tırnağına takıp, dirseğiyle destek alarak oturdu. Pencereden dışarıya bakar bakmaz şok oldu. Çünkü beyaz bir duvardan başka bir şey gözükmüyordu. Arkadaşının neden duvara bakıp da parkta olabilecek şeyleri kendisine anlatma ihtiyacı duyduğunu hemşireye sordu. Hemşirenin cevabını duyan adam daha da şok oldu. Hemşire ölen adamın kör olduğunu söyledi ve ekledi: “Herhalde sana moral verip, seni cesaretlendirmek istemiş.”

Hani ya insanların mutluluğu; iyi, olgun insanlara ayrı bir mutluluk verir. Kör hasta da arkadaşının mutlu olması için bu senaryoyu kafasında canlandırmıştı.


*Nasıl bakarsan, öyle görürsün... (Hz.Mevlana)
                                          
Alıntı
Mutluluk Yolunda Düşündüren Öyküler

Mutluluğun Anahtarı