Hastanenin bir odasında ağır iki hasta yatıyordu. Yatağın biri duvarın dibinde diğeri ise pencerenin yanında idi. Pencerenin yanında yatan hastanın bir saat kadar oturmasına müsaade ediyorlardı, çünkü ciğerlerindeki suyun süzülmesi gerekiyordu. Diğer hasta ise sürekli sırt üstü yatmak mecburiyetindeydi.
Bu iki hasta devamlı birbirleriyle sohbet eder vakit geçirirlerdi. Bu sohbetlerde pencere kenarındaki hasta bir saatliğine oturduğunda dışarıyı görüyor, gördüklerini, insanları, parkta dolaşanları, cıvıl cıvıl oynaşan çocukları duvar dibindeki hastaya anlatıyordu. O da ertesi günü iple çekiyordu. Günler böyle geçip giderken bir gün pencere önündeki hasta ölmüş. Cesedi götürülmüş, yatağı boşaltılmıştı. Yalnız kalan hasta pencere kenarındaki yatağa geçmek istiyordu. Belki bir gün oturacak hale gelirde pencereden arkadaşının anlattığı parkı, gölü, kuğuları, ördekleri, çocukları görerek can sıkıntısına bir nebze ilaç olabilirdi. Hemşireye isteğini bildirdi, hemşirede isteğini yerine getirdi ve odadan ayrıldı. Devamlı sırt üstü yatan hasta dişini tırnağına takıp, dirseğiyle destek alarak oturdu. Pencereden dışarıya bakar bakmaz şok oldu. Çünkü beyaz bir duvardan başka bir şey gözükmüyordu. Arkadaşının neden duvara bakıp da parkta olabilecek şeyleri kendisine anlatma ihtiyacı duyduğunu hemşireye sordu. Hemşirenin cevabını duyan adam daha da şok oldu. Hemşire ölen adamın kör olduğunu söyledi ve ekledi: “Herhalde sana moral verip, seni cesaretlendirmek istemiş.”
Hani ya insanların mutluluğu; iyi, olgun insanlara ayrı bir mutluluk verir. Kör hasta da arkadaşının mutlu olması için bu senaryoyu kafasında canlandırmıştı.
*Nasıl bakarsan, öyle görürsün... (Hz.Mevlana)
Alıntı
Mutluluk Yolunda Düşündüren Öyküler
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder