Alacahöyük Tarihi
Alacahöyük, 1835
yılında W.G.Hamilton tarafından keşfedildi. 1907’de Th. Makridi,
İstanbul Müzeleri adına kazıyı yürüttü. Sistemli kazılara 1935’de Türk
Tarih Kurumu adına Dr. Hamit Koşay ve Prof. R.O. Arık tarafından
başlanıldı; 1936’dan sonra H.Koşay, daha sonra H.Koşay-M.Akok, son
senelerde de M. Akok tarafından 1983’e kadar sürdürüldü. 1983’te ara
verilen kazılara 1996’da Prof. Dr. Aykut Çınaroğlu tarafından yeniden
başlandı.
Eski Tunç Çağı ve Hitit çağında çok önemli bir kült ve sanat merkezi olan Alaca Höyük’te 4 uygarlık çağı açığa çıkartılmıştır.
Alaca Höyük’te 1. uygarlık çağı, Hellenistik, Roma, Bizans, Selçuklu-Osmanlı dönemleri ile temsil edilmektedir. 1. kültür katta, Geç Frig çağında höyüğün her yanı iskan edilmiştir. Küçük evlerden oluşan bu kat, M.Ö 650’den daha eski değildir.
Mabedi, büyük yapıları, özel-blok evleri, sokakları, büyük küçük su kanalları, şehir suru, biri kabartmalı ortastadlarla süsülü sfenksli, diğeri poternli anıtsal kapılarıyla Hitit İmparatorluk Çağına (M.Ö.1450-1200) tarihlenen 2. kültür katını oluşturur.
Kalker temel üzerine andezit bloklarla inşa edilmiş olan Sfenksli Kapının genişliği 10 metredir. O, bir yolla bağlandığı büyük mabedin anıtsal geçididir. Dış girişin iki yanındaki büyük söğe bloklarının dış yüzleri sfenks protomlarıyla süslüdür. Kulelerin dış ve iç yüzleri kabartmalı ortostadlarla bezelidir. Sol kulede, kaide üzerinde ayakta duran boğa “Göklerin Fırtına Tanrısını” sembolleştirir. İzleyen blok’ta, sunak önünde dua jestinde ilerleyen kral ve kraliçe, arkadaki bloklarda kült objeleri taşıyıcılarının önünde, kurban hayvanları keçi ve koçların getirilişi, merdiven ve hançerle gösteri yapan figürler izlemektedir. Arkasındaki blokta, ilki küçük bir hayvanı, olasılıkla bir ritonu taşımakta, diğeri saz çalmakatıdr. Sonuncu blokta, iki tekerlek üzerinde sağa yönlendirilmiş, iri bir boğa görülmektedir. Sırtındaki yüksek çıkıntı onun, bir kült objesi olduğunu düşündürmektedir. Aynı kulede, üstte ikinci sıradaki iki blokta geyik, domuz avları iki friz halinde düzenlenmiştir. Sağ kule köşe bloklarda, tahtında oturan tanrıça ile ona tapan görevlileri gösteren kabartmalar yerlerinde korunmuştur. Alaca Höyük “Sfenksli Kapı” serisinde bir kült/bayram kutlanışının canlandırıldığı açıktır.
Alaca Höyük 3. uygarlık katını Eski Tunç Çağı (M.Ö 2500-2000) oluşturur. Hitit kültürüne kaynaklık eden kültürlerin önde geleni olan yerli Hatti Uygarlığı’nın aydınlanmasında çok katkıları olan Alaca Höyük Eski Tunç Çağı hanedan mezarları, bu çağın en önemli buluntularıdır. İntramural (Şehir İçi Gömme) mezarlar özel olarak ayrılmış bir alanda toplanmıştır. Dört yanı taşla örülmüş dikdörtgen mezarlar ahşap hatıllarla kapatılmış, damları üzerine kurban edilmiş sığır başları, bacakları yerleştirilmiştir. Altın, gümüş,elektrum, bakır, tunç, demir ve değerli taşlardan oluşan zengin ölü hediyeleri onların hanedana ait olduklarını göstermektedir. Çoğu altın, gümüş kapların dövme, dökme, kakma teknikleri, altın mücevheratın ince süsleri uzun bir gelişmenin ürünleridir. Anılan bu eserler, günümüzde Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesinde sergilenmektedir.
4. kültür katını oluşturan Geç Kalkolitik Çağ (M.Ö.5000-3000) ana toprak üzerine kurulmuş ilk uygarlıktır.
Eski Tunç Çağı ve Hitit çağında çok önemli bir kült ve sanat merkezi olan Alaca Höyük’te 4 uygarlık çağı açığa çıkartılmıştır.
Alaca Höyük’te 1. uygarlık çağı, Hellenistik, Roma, Bizans, Selçuklu-Osmanlı dönemleri ile temsil edilmektedir. 1. kültür katta, Geç Frig çağında höyüğün her yanı iskan edilmiştir. Küçük evlerden oluşan bu kat, M.Ö 650’den daha eski değildir.
Mabedi, büyük yapıları, özel-blok evleri, sokakları, büyük küçük su kanalları, şehir suru, biri kabartmalı ortastadlarla süsülü sfenksli, diğeri poternli anıtsal kapılarıyla Hitit İmparatorluk Çağına (M.Ö.1450-1200) tarihlenen 2. kültür katını oluşturur.
Kalker temel üzerine andezit bloklarla inşa edilmiş olan Sfenksli Kapının genişliği 10 metredir. O, bir yolla bağlandığı büyük mabedin anıtsal geçididir. Dış girişin iki yanındaki büyük söğe bloklarının dış yüzleri sfenks protomlarıyla süslüdür. Kulelerin dış ve iç yüzleri kabartmalı ortostadlarla bezelidir. Sol kulede, kaide üzerinde ayakta duran boğa “Göklerin Fırtına Tanrısını” sembolleştirir. İzleyen blok’ta, sunak önünde dua jestinde ilerleyen kral ve kraliçe, arkadaki bloklarda kült objeleri taşıyıcılarının önünde, kurban hayvanları keçi ve koçların getirilişi, merdiven ve hançerle gösteri yapan figürler izlemektedir. Arkasındaki blokta, ilki küçük bir hayvanı, olasılıkla bir ritonu taşımakta, diğeri saz çalmakatıdr. Sonuncu blokta, iki tekerlek üzerinde sağa yönlendirilmiş, iri bir boğa görülmektedir. Sırtındaki yüksek çıkıntı onun, bir kült objesi olduğunu düşündürmektedir. Aynı kulede, üstte ikinci sıradaki iki blokta geyik, domuz avları iki friz halinde düzenlenmiştir. Sağ kule köşe bloklarda, tahtında oturan tanrıça ile ona tapan görevlileri gösteren kabartmalar yerlerinde korunmuştur. Alaca Höyük “Sfenksli Kapı” serisinde bir kült/bayram kutlanışının canlandırıldığı açıktır.
Alaca Höyük 3. uygarlık katını Eski Tunç Çağı (M.Ö 2500-2000) oluşturur. Hitit kültürüne kaynaklık eden kültürlerin önde geleni olan yerli Hatti Uygarlığı’nın aydınlanmasında çok katkıları olan Alaca Höyük Eski Tunç Çağı hanedan mezarları, bu çağın en önemli buluntularıdır. İntramural (Şehir İçi Gömme) mezarlar özel olarak ayrılmış bir alanda toplanmıştır. Dört yanı taşla örülmüş dikdörtgen mezarlar ahşap hatıllarla kapatılmış, damları üzerine kurban edilmiş sığır başları, bacakları yerleştirilmiştir. Altın, gümüş,elektrum, bakır, tunç, demir ve değerli taşlardan oluşan zengin ölü hediyeleri onların hanedana ait olduklarını göstermektedir. Çoğu altın, gümüş kapların dövme, dökme, kakma teknikleri, altın mücevheratın ince süsleri uzun bir gelişmenin ürünleridir. Anılan bu eserler, günümüzde Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesinde sergilenmektedir.
4. kültür katını oluşturan Geç Kalkolitik Çağ (M.Ö.5000-3000) ana toprak üzerine kurulmuş ilk uygarlıktır.
Boğazköy - Hattuşa Tarihi
M.Ö. 2. binyılda
Mısır, Babil ve Mitanni gibi Eski Doğu’nun süper güçlerinden biri olan
Hititler, yaklaşık M.Ö 1200 yıllarına kadar Anadolu’nun büyük bir
kısmına ve zaman zaman da Kuzey Suriye’ye hükmetmişlerdir. Bu
İmparatorluğun başkenti Hattuşa, Çorum’un 80 kilometre güneybatısında,
Boğazkale ilçesindedir. Arkeolojik kazılarda gün ışığına çıkarılarak
restore edilen ve artık bir açık hava müzesi niteliğinde ziyaret
edilebilen kalıntılar, Boğazköy Tarihi Milli Parkı’nın da odak noktasını
oluşturmaktadır. Hattuşa 1986 yılından beri, Türkiye’de UNESCO’nun
Dünya Kültür Mirası Listesi’ne alınmış dokuz noktadan biridir. Ayrıca
burada bulunan çivi yazılı tablet arşivleri de 2001 yılından itibaren
yine UNESCO’nun “Dünya Belleği Listesinde” yer almaktadır.
Hattuşa’nın keşfi 1834 yılında Fransız mimar Charles Texier tarafından gerçekleşir. Bu buluş aslında yalnızca Hattuşa’nın keşfi değil, tamamen unutulmuş olan Hititlerin keşfi olarak da algılanabilir. 1893-94’te Ernest Chantre’nin birkaç sondaj yapmasına ve ilk çivi yazılı tabletleri yayınlamasına kadarki dönemde pek çok bilim adamı ve gezgin Hattuşa’yı ziyaret eder. Müze-i Humayun müdürü Osman Hamdi Bey, 1906’da müzesi adına Makridi’nin sorumluluğunda Boğazköy kazılarını başlatmış, zamanın çiviyazısı uzmanı Assiriyolog Hugo Winckler’i de kazı heyetine alarak, burasının Hitit başkenti Hattuşa olduğunu tespit ederler.1931-39 yılları arasında ve 2. Dünya Savaşı nedeniyle verilen aradan sonra 1952’de yeniden başlatılan kazılar kesintisiz olarak Alman Arkeoloji Enstitüsü tarafından sürdürülmektedir.
Kazılar sonucunda ilk yerleşim izleri, M.Ö 6.bin’e Kalkolitik Çağ’a kadar inmektedir. Kesintisiz yerleşmeye başlanılması ise, M.Ö 3.binin, Eski Tunç Çağı’nın sonlarına doğru olmuştur. Bölgenin yerlileri Anadolu’lu Hattiler, burada bir kent kurup, Hattuş adını vermişlerdir. Bu öncü kentin yayılım alanı, Aşağı şehir denilen bölümün neredeyse tümüyle, Büyükkale ve Büyükkaya’nın zirve düzlüklerindeki Eski Hitit başkenti Hattuşa’nın kapladığı alan ile örtüşmektedir.
M.Ö 20. yüzyıl’da Orta Dicle Bölgesi’nden gelen Assurlu tüccarlar, Hatti yerleşmesinin hemen dışında, bir Karum, bir ticaret kolonisi kurmuşlardır. Bu yıllarda Kaniş/Neşa’nın (Kayseri yanındaki günümüz Kültepe’si) denetimi altındaki, Assur Ticaret Kolonileri, güneydoğu ve Orta Anadolu’ya yayılmıştır. Adının Hattuş olduğu bilinen bu yerleşimi M.Ö 1700’lerde ilk Hitit Büyük Kral’ı Kuşşara’lı Kral Anitta yıkmıştır.
Hitit yazılı kaynaklarıdan anlaşıldığına göre, I. Hattuşili’nin iktidara gelmesiyle (M.Ö 1665-1640) Hattuşa, Hititlerin başkenti olmuştur. Bu dönemde sandık duvar tekniğinde, 6-8 metre genişliğinde, 3.6 kilometre uzunluğundaki sur, 75 hektarlık bir alanı çevreliyordu.
Hitit İmparatorluk döneminde, yani M.Ö 14 ve 13. yüzyıllarda, şehir yaklaşık altı kilometre uzunluğunda bir surla çevrilmiştir. Daha geç bir imar evresinde bu surların önüne ikinci bir duvar daha örülerek, kent daha sıkı bir savunmaya alınmıştır. Bu yeni sur üzerinde bulunan, anıtsal şehir kapılarının çoğu günümüze kadar oldukça sağlam durumda gelmiştir. Güney batıda, dış yüzünde aslan yontuları bulunan Aslanlı Kapı’yla, iç yüzünde, silahlı tanrının, görkemli bir şekilde betimlendiği Kral Kapı, bunların en önemlileridir. Kentin güney ucundaki Yer Kapı’nın özel bir rolü olmalıydı. Burada 30 m. yüksekliğinde, 250 m. uzunluğunda ve 80 m. genişliğinde bir toprak set oluşturulmuştur. Bu set üzerinden geçen kent surunun ortalarında Sfenksli Kapı yer alır. Tam bu kapının altında, Hatuşa’nın bugün içinden geçilebilen tek poterni vardır. 71 metre uzunluğnda ve 3 metre yüksekliğindeki poternden geçilerek sur dışına çıkılmaktadır.
Şehirde ayakta kalmış, izlenebilen yapıların büyük bölümü, surlar gibi, M.Ö 13. yüzyıldan kalmadır. Kraliyet yapılarının yer aldığı Büyükkale’de, direkli galerilerle çevrili avlular, konutlar, depo binaları ve büyük bir kabul salonuyla, büyük bir saraya ait kalıntılar ortaya çıkartılmıştır.
Hitit metinlerinde sık sık “Hattuşa Ülkesinin bin tanrısından” söz edilmektedir. Kuşkusuz bu tanrıların çouu İmparatorluk ve kült başkenti Hattuşa’da kendilerine bir tapınım yeri edinebilmişlerdir. Başkent Hattuşa’da bu güne kadar 31 yapı, tapınak olarak tanımlanmıştır. Hattuşa’nın en büyük dini yapısı olan Büyük Tapınak, Aşağı şehirdeki konutların ortasında tek tapınak olarak yükselir. iki kült odası olduğu için tapınak, imparatorluğun tanrılarının en büyükleri olan Hava Tanrısı ile Arinna’nın Güneş Tanrıça’sına adanmış olmalıdır.
Yukarı şehir’de tapınaklar yanında, kraliyet saraylarının bulunduğu Büyükkale’nin önünde, uzun bir viadüktün, kale kapısından aşağıya doğru inmeye başladığı güney kesimde, resmi işlere ayrılmış, bazı anıtsal yapılar açığa çıkartılmıştır. Şehrin bu bölümünde, son Hitit Büyük Kralı II. Şuppiluliuma’nın Luvi hiyeroglifleriyle, taş üzerine kazınmış, kendisi ve babası IV. Tuthaliya’nın yaptığı işleri anlatan iki büyük yazıt bulunmaktadır.
Hattuşa’da son yıllarda yapılan kazıların ağırlık noktasını şehrin, hatta Hitit devletinin ekonomisine ışık tutan kazılar oluşturmuştur. İmparatorluk döneminde, M.Ö 13. yüzyılda, kentin kuzeydoğusunda yükselen Büyükkaya srtında, çok büyük boyutlarda, sayıları 11’ i bulan yer altı siloları bulunmuştur.
Hitit İmparatorluğ’nun M.Ö 1200 yıllarından hemen sonra yıkılmasıyla, Anadolu Tunç Çağları da sona erer. Bununla beraber, Hattuşa şehrinin arazisinin yerleşim tarihi devam eder. M.Ö 12. yüzyılın başlarında, Erken Demir Çağı’na tarihlenen yeni yerleşme, Frig etkilerini yansıtan bir taşra kasabasına dönüşüp büyümeye başlaması ancak M.Ö 8. yüzyılda gerçekleşir. Yerleşim, Pers döneminde de devam etmiştir. Helen/Galat ve Roma/Bizans’a ait yerleşme ve tahkimat izleri de görülmektedir. Bir Türkmen aşireti’nin 16. yüzyılda buraya yerleşmesiyle, bugünkü Boğazkale kurulmuştur. Eski adı Boğazköy olan bu yerleşme, Hititler’in başkentine de yeni adını vermiştir.
Vilayet, Üniversite-Müze işbirliği
çerçevesinde Uğurludağ İlçesi’ne bağlı Resuloğlu Köyü sınırları
içersinde 2003 yılında kazısına başlanan ve 2004 yılında araştırılmaya
devam edilen Resuloğlu mezarlık alanında, Eski Tunç Çağı insanının
ölümden sonraki inanç ve adetleriyle ilgili önemli bulgular elde edildi.
M.Ö. III. Binin ikinci yarısına tarihlenen mezarlıkta kadın, erkek ve
çocuklara ait sayıları 87’yi bulan gömülerin yanına bırakılan zengin ölü
hediyeleri, Hititlerden önce Anadolu’nun yerli uygarlığını temsil eden
yüksek bir kültürün sanat ürünlerini temsil etmektedir.
Hattuşa’nın keşfi 1834 yılında Fransız mimar Charles Texier tarafından gerçekleşir. Bu buluş aslında yalnızca Hattuşa’nın keşfi değil, tamamen unutulmuş olan Hititlerin keşfi olarak da algılanabilir. 1893-94’te Ernest Chantre’nin birkaç sondaj yapmasına ve ilk çivi yazılı tabletleri yayınlamasına kadarki dönemde pek çok bilim adamı ve gezgin Hattuşa’yı ziyaret eder. Müze-i Humayun müdürü Osman Hamdi Bey, 1906’da müzesi adına Makridi’nin sorumluluğunda Boğazköy kazılarını başlatmış, zamanın çiviyazısı uzmanı Assiriyolog Hugo Winckler’i de kazı heyetine alarak, burasının Hitit başkenti Hattuşa olduğunu tespit ederler.1931-39 yılları arasında ve 2. Dünya Savaşı nedeniyle verilen aradan sonra 1952’de yeniden başlatılan kazılar kesintisiz olarak Alman Arkeoloji Enstitüsü tarafından sürdürülmektedir.
Kazılar sonucunda ilk yerleşim izleri, M.Ö 6.bin’e Kalkolitik Çağ’a kadar inmektedir. Kesintisiz yerleşmeye başlanılması ise, M.Ö 3.binin, Eski Tunç Çağı’nın sonlarına doğru olmuştur. Bölgenin yerlileri Anadolu’lu Hattiler, burada bir kent kurup, Hattuş adını vermişlerdir. Bu öncü kentin yayılım alanı, Aşağı şehir denilen bölümün neredeyse tümüyle, Büyükkale ve Büyükkaya’nın zirve düzlüklerindeki Eski Hitit başkenti Hattuşa’nın kapladığı alan ile örtüşmektedir.
M.Ö 20. yüzyıl’da Orta Dicle Bölgesi’nden gelen Assurlu tüccarlar, Hatti yerleşmesinin hemen dışında, bir Karum, bir ticaret kolonisi kurmuşlardır. Bu yıllarda Kaniş/Neşa’nın (Kayseri yanındaki günümüz Kültepe’si) denetimi altındaki, Assur Ticaret Kolonileri, güneydoğu ve Orta Anadolu’ya yayılmıştır. Adının Hattuş olduğu bilinen bu yerleşimi M.Ö 1700’lerde ilk Hitit Büyük Kral’ı Kuşşara’lı Kral Anitta yıkmıştır.
Hitit yazılı kaynaklarıdan anlaşıldığına göre, I. Hattuşili’nin iktidara gelmesiyle (M.Ö 1665-1640) Hattuşa, Hititlerin başkenti olmuştur. Bu dönemde sandık duvar tekniğinde, 6-8 metre genişliğinde, 3.6 kilometre uzunluğundaki sur, 75 hektarlık bir alanı çevreliyordu.
Hitit İmparatorluk döneminde, yani M.Ö 14 ve 13. yüzyıllarda, şehir yaklaşık altı kilometre uzunluğunda bir surla çevrilmiştir. Daha geç bir imar evresinde bu surların önüne ikinci bir duvar daha örülerek, kent daha sıkı bir savunmaya alınmıştır. Bu yeni sur üzerinde bulunan, anıtsal şehir kapılarının çoğu günümüze kadar oldukça sağlam durumda gelmiştir. Güney batıda, dış yüzünde aslan yontuları bulunan Aslanlı Kapı’yla, iç yüzünde, silahlı tanrının, görkemli bir şekilde betimlendiği Kral Kapı, bunların en önemlileridir. Kentin güney ucundaki Yer Kapı’nın özel bir rolü olmalıydı. Burada 30 m. yüksekliğinde, 250 m. uzunluğunda ve 80 m. genişliğinde bir toprak set oluşturulmuştur. Bu set üzerinden geçen kent surunun ortalarında Sfenksli Kapı yer alır. Tam bu kapının altında, Hatuşa’nın bugün içinden geçilebilen tek poterni vardır. 71 metre uzunluğnda ve 3 metre yüksekliğindeki poternden geçilerek sur dışına çıkılmaktadır.
Şehirde ayakta kalmış, izlenebilen yapıların büyük bölümü, surlar gibi, M.Ö 13. yüzyıldan kalmadır. Kraliyet yapılarının yer aldığı Büyükkale’de, direkli galerilerle çevrili avlular, konutlar, depo binaları ve büyük bir kabul salonuyla, büyük bir saraya ait kalıntılar ortaya çıkartılmıştır.
Hitit metinlerinde sık sık “Hattuşa Ülkesinin bin tanrısından” söz edilmektedir. Kuşkusuz bu tanrıların çouu İmparatorluk ve kült başkenti Hattuşa’da kendilerine bir tapınım yeri edinebilmişlerdir. Başkent Hattuşa’da bu güne kadar 31 yapı, tapınak olarak tanımlanmıştır. Hattuşa’nın en büyük dini yapısı olan Büyük Tapınak, Aşağı şehirdeki konutların ortasında tek tapınak olarak yükselir. iki kült odası olduğu için tapınak, imparatorluğun tanrılarının en büyükleri olan Hava Tanrısı ile Arinna’nın Güneş Tanrıça’sına adanmış olmalıdır.
Yukarı şehir’de tapınaklar yanında, kraliyet saraylarının bulunduğu Büyükkale’nin önünde, uzun bir viadüktün, kale kapısından aşağıya doğru inmeye başladığı güney kesimde, resmi işlere ayrılmış, bazı anıtsal yapılar açığa çıkartılmıştır. Şehrin bu bölümünde, son Hitit Büyük Kralı II. Şuppiluliuma’nın Luvi hiyeroglifleriyle, taş üzerine kazınmış, kendisi ve babası IV. Tuthaliya’nın yaptığı işleri anlatan iki büyük yazıt bulunmaktadır.
Hattuşa’da son yıllarda yapılan kazıların ağırlık noktasını şehrin, hatta Hitit devletinin ekonomisine ışık tutan kazılar oluşturmuştur. İmparatorluk döneminde, M.Ö 13. yüzyılda, kentin kuzeydoğusunda yükselen Büyükkaya srtında, çok büyük boyutlarda, sayıları 11’ i bulan yer altı siloları bulunmuştur.
Hitit İmparatorluğ’nun M.Ö 1200 yıllarından hemen sonra yıkılmasıyla, Anadolu Tunç Çağları da sona erer. Bununla beraber, Hattuşa şehrinin arazisinin yerleşim tarihi devam eder. M.Ö 12. yüzyılın başlarında, Erken Demir Çağı’na tarihlenen yeni yerleşme, Frig etkilerini yansıtan bir taşra kasabasına dönüşüp büyümeye başlaması ancak M.Ö 8. yüzyılda gerçekleşir. Yerleşim, Pers döneminde de devam etmiştir. Helen/Galat ve Roma/Bizans’a ait yerleşme ve tahkimat izleri de görülmektedir. Bir Türkmen aşireti’nin 16. yüzyılda buraya yerleşmesiyle, bugünkü Boğazkale kurulmuştur. Eski adı Boğazköy olan bu yerleşme, Hititler’in başkentine de yeni adını vermiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder